Sayfalar

25 Ekim 2014 Cumartesi

uyuşmuş

hayatımda ilk defa gerçekten kim olduğumu sorguluyorum bu sabah. neye benzediğimi ve ne kadar kendim olarak kalabildiğim hakkında şüphelerim var. insanların bir duruşu olur, biz onlara kişilik diyoruz. hayatımda ilk defa kendi kişiliğimden uzaklaştığımı fark ettim. değer verdiğim bir avuç insan bir avuç hobi var kendi adıma, ve her zaman yanımda bir bohça gibi taşıdığım hayallerim.

ben çok korkak bir  insan oldum bu sabah, aynada ki yansımama bakıyorum sanki gözlerime yansıtılmış, bana artık öyle olmam fısıldanmıştı sanki. nedeni çok basitti doğru olarak düşündüğüm şeylerden özürler diliyordum, inandığım değerlerden özür diliyordum, hissettiğim şeylerden özür diliyordum. bana  düşüncelerim iteleniyordu, bana inandığım şeylerin düşündüğüm şeylerin değersizliği serpiliyordu. ve sırf inandığın şeylere koşarken koyuyor, değerlerim için ölmeyi göze almayacağım hissine kapılsam bir an, varsın öldürsünler beni.

her sabah uyanıp, ileriye doğru bir adım atmak istediğinizi düşünün. ben çokça vakit inandığım şeylerden, düşüncelerimden geriye itilmeye mahkum kılınıyorum. bunu her sabah ileriye adımlar atmak için çabalarken yaptığınızı düşünün. ben bir merdivenin son basamağı gibiyim, üzerimden atlayıp zemine varılabiliyor. kendimi böyle tanımadım, noldu bana böyle. neden yabancılaşıyorum, neden etrafımda ki dostlarımın sesi kısılmış hissediyorum. biz karanlıkta ki ışığı göremeyecek kadar kör mü olduk.

insan sadece ölümle kaybetmiyor değerlerini, behsat abi güzel söylemiş. ben kimseyi kandırmadım, ben kimseden hayallerini bırakıp bedenimi esir alacak kadar aptal olmadım. düşüncelerim hiç bu kadar fakir kılınmadı, insan kendini kaybettiğini hisseder mi. aynaya baktığında yansımasını göremez mi insan. insan deli gibi sarıldığına değil, sarılamadığına aşık olur diyorlar. aşk nedir ki?

ne değildir biliyorum. suçlamalar değildir. aşk özürler beklemez. sarılmayı bekler. koklamayı bekler. dokunmayı bekler. başını omzuna dayadığında anlaşılmayı, uzaktayken parçanın tamamlanmasını bekler sabırla. eğer bir kere aşık olduysan, geçmişi sormazsın bir daha. o aklında kim varsa, gece uyuyamıyorsan o aşktır. geceleri içtiğin şarap gündüzüne kadar dahil oluyorsa budur, rakına eşlik edip kadehini doldurmaktır. sevişmektir, kıskanmaktır lan aşk.

düşündüm, insan hep düşünüyor da en çok kendine söylemiyor düşündüklerini. en çok kendinden kaçıyor. kendimi üzdüğüm kadar kimseyi üzmedim la şu hayatta. bu benim en büyük lafım en çok yakıştırdığım. kendimden en çok utandığım şey. en büyük hatam. herkesin benden beklentileri var, herkes neler beklediğini anlatıyor sadece. koşulları var şartları. olum size bir şey diycem ben de insanım lan benimde beklentilerim isteklerim, sahip olma arzusuyla tutuşup ulaşamadığım isteklerim var. ben kime anlatıcam lan bunları ben kimden isticem olum. kaçınıza gelip bir şey istedim, kaçınıza gelip hayallerime uzak kaldığımı, kaçınıza yalnız hissettiğimi söyledim. tek hatam hep sizi dinlemek. ben, ben nasıl olsa mutluyum. hiç bir sorunum yok lan benim. müthiş bir hayatım var.

bazen diyorum ki, ulan derdimizi sikeyim. ne dertmiş, kahrolsun tüm dertler. tüm dertler susmuş beni dinliyor sanki, sanki bir bok yaşıyorum da bir derdim var. neden bunu yapıyorum neden amınakoyim.

hayatınızdaki en büyük hata susmaktır, o da korkmaktandır bir şeyleri kaybetmeye olan korkunuz. neden korkarsınız size anlatım, gerçekten korkmanız gereken şeyi anlatim size. babanızı kaybetmeye yaklaşırsınız, bir kaza geçirir ve tüm hayatınızı size adamış ulan idol dediğiniz o adamdan bahsediyorum. yok olur, gidiyo dersiniz işte o an korkarsınız. sevdiğiniz kadın kollarınız arasından sıyrılıp ölmek üzeredir işte o an korkarsınız. ama siktiğimin hayatında bana başka şeylerden korkmaktan bahsetmeyin.

kimsenin neye inandığını sorgulamayın lan. kimi gider oralete inanır. kimi özgürlüğe, kimi karıya kız inanır kimi paraya, ama siktirtmeyin karışmayın lan. oralete inanıyosanız gidin bir oralet için gidin oralet seven adama oralet ısmarlayın siktirtmeyin olum beyninizi gidin yapın.

hayalet miyim olum ben. ben kurşun geçirmez miyim olum. ben üzülmem mi ben ağlamıyor muyum lan. görmediğiniz değerlerimi yargılamayın olum neler verdiğimi söyletmeyin bana neler yaptığımı söyletmeyin iyiliklerimden bahsettirmeyin olum bana, bana beni anlattırmayın, bana sustuğum şeylerden bahsettirmeyin olum bana özür dilemekten alttan almaktan bahsetmeyin abi, bana o cümlelerin arasında kaybolmaktan bahsetmeyin. bazen neler verdiğime ben bile hayret ediyorum, olum ben hayatımı veriyorum lan birine. hiç bu kadar kaybettiniz mi kendinizi, hiç bu kadar teslim oldunuz mu. ilk defa oluyor, değsin lan buna.

olum bırakın la beni. sikilmedik bir kulak arkamız kaldı onu da siktireyim, kaybedeyim kişiliğimi, bunu ben istemiyorum bunu hayat söylüyor olum bana. adam dediğin, adam gibi durur. modernleşme ve medeniyat adı altında pezevenkleşmeye gerek yoktur.

beni böyle sevin lan. beni böyle bir kişi sevsin ama sevsin olum. bana oralet ısmarlayın, zaman kaybetmeyin lan boş laflarla. sanki gerçekten hayattan darbe yemiş gibi yapmayın. konuşun olum sadece adam gibi durun adam gibi ama konuşun lan. hatanız varsa geride adım atın, ama şunu unutmayın en aptallar bile aşağılanmak için yaşamazlar. aşağılama iç güdünüzü de alın gidin varsa.




bir son alıntıyla bitiriyorum:
"Şimdi sadece geceleri yapayalnız ve yalınayak anlayabildiğim şeyler var."






20 Ekim 2014 Pazartesi

sadece teslim ol

okyanusa bakan bir kenarda en yukarı bakmak, orada kaybolup düşler sahnelemek seni görünce. bir aralıktan bakıyorum her kareye, bir fotoğraf makinasının alabildiğine uzanan kısmından kısıyorum diyaframını. kıstıkça ufak bir ışık ufak ama büyük bir hayat  kalıyor , o kısılmalardan geriye kalan benim -gezegenim-.

en şen kahkahaların diyaframını kısıyorum, bir tek sese yer veriyorum seninkine yakın olana. küçük çantalara eşyalarımızı koyuyoruz, ordan oraya sürüklüyoruz kendimizi. hepsini çekiyorum, her anı yakıyorum filme. maceralarımızın geçtiği noktaları tek tek sabitliyorum, sen kitap okumaya her başladığında kervan kervan gezdiğimiz yerler de anıların uyanıyor. 

uzandığın her sahilde her kumaş parçasına kokun uzanıyor. yüz mil ötedeyken bıraktığın yerden devam ediyorum. uzun bir maceranın kısa bir arasında fotoğraf makinasının filmleri hiç yorulmamışçasına bekliyor bir köşede seni. parçası kaybolmuş, sahili olmayan bir okyanus gibi bir makina parçası o saatten sonra. zamanı bekliyor.
hissetmeye çalışıyorum 
sıcaktı dokunduğu noktalar
öptüğüm her yeri sıcaktı 
kapkaranlık odalarda
bambaşka yerlerde
eşit aralıklarla avunuyordu zaman. 
bir odaya kapanmış gibiydim, 
anılar köşelere dağılmış 
diğer hikayelerini bekliyordu. 

ben zaman zaman bir köşeye dalmış 
halisilasyonlar görüyordum, 
hiç yok olmayan bir koku
hakim kılıyordu odayı. 

efsanelerle dolu bir hikaye gibi yaşamak istiyorduk,
tüm renklere ve tüm o kahramanlara dokunur gibi
tüm o hikaye ve filmleri
yaşamak.
gezip dolaştığımız tüm sokaklarda
geceleri ışıklar yanmalıydı rengarenk,
minik masal kahramanları
sokak aralarında bizi anlatırdı,
hiç durmamalıydık
belki yorulurduk,
buna değerdi. 

kollarını sar 
vücudunu, teslim et
diğer geceler ve gündüzler gibi
sanki bir denizin sahili sarması gibi
sadece teslim ol.


















3 Ekim 2014 Cuma

ekarte etme çabaları

her şeyi bir düzene otutturmaya olan çabamızla yıpranıp gidecek miyiz. ya da ne bilim tanrısallaştırdığımız şeyler bizi bir gün yok olmaya mı yoksa yaşamaya mı itecek bilmiyorum. sanırım olağan çabamızla hayatımızda ki her bir şeyin hastalıklı doğamıza bulaşıp bize verdiklerinden güzel bir şeyler çıkarma umuduyla devam ederiz.

bazenleri sıradan bir sabah işte,
tekrar aynı şekilde uyanmış olmanın verdiği memnuniyetsizliği ekarte etme çabaları...
sabah güneşinin vurduğu, büyük bir pencerenin ardında büyük ahşap bir yatak ve çevresinde kitaplar dizili bir şekilde düşlerim bazı sabahları.
bazen böyle bir hikayenin sadece figürü olabilirsin.
ne zaman böyle bir hikayenin asıl rollerini paylaşabiliriz bilemem.
peki ne zaman olur da aynı şehrin karanlığında aynı sokak lambasının altında aynı hayellere içerken buluruz birilerini.

güzel şeyler bu mevsimde dökülüyor, bir yerlerde insanlar bu mevsimde denize girmek istiyor ama başaramıyor. bir yerlerde insan gibi yaşamak isteyenler vahşi bir hayvan gibi görünüyor. resimlerde ki mutluğu her an canlı tutmaya çabalayan insanlara iyi göründüğünü söylemeye çabalayanlar ve diğerleri.

sıcaklığı düşünüyorum, yatakta ki sıcaklığı.
bir şarap düşünüyorum. bir kaç kadeh dolusu şarap.
işte bu biraz mutluluk mu?
mutluluk, mutsuzluklarımızı bir süre unutmamızı sağlayan anların bir adı mıdır.
bulutlar isteklerimize göre çarpışabilirler mi peki,
henüz bir kanıt yok bu konuda.

kımıldama sakın
tam boynunda hayaller yaşıyor,
tüm hayalleri bir bir öpüyorum.

kımıldama dur
yüzünde çok farklı bir tebessüm var,
bir şeyler fısıldamak istiyorum
'seni seviyorum'
çok acemi kalıyor.

saçmalama sakın,
dur uzaklaşma ordan
tam yüzümü yasladım.
şekillendi tüm bedenim üzerinde,
dur sarsma
düşmesin ifadelerim
dünyadan

......







28 Eylül 2014 Pazar

karşımdaki manzara

odamın duvarlarına zincirlenmiş, müzik setinden gelen müziğin keyfine bırakmıştım kendimi. güzel şeyler düşünmeye itiyor beni.

haksız olmanın, karşıdakini haksız yapmadığı bir yaşta sürükleniyor zamanım.

bir gün gece vakti sen üstün
o üstün
veya diğerleri,
bazen bir taraf üstünken
diğeri ölüme mahkum edilir.
varsın biz hiç
mahkum olmayalım.
hep özgür kalan
özgürlüğü paylaşan tiplerden
olalım.

bir ara zamandan başka harcayacak bir şeyim yoktu sanki,
öylesine eğlendim öylesine özgür kaldım.

bazen paylaştığını hissettiğinde,
çok daha özgür kalabiliyorsun.

bazı şeyler sadece yılı yaşıyor,
ben, ben yılı yaşamaktan sıkıldım.
korkular olsa da,
geleceği kurmak
geleceği yaşayacağına
inanmak daha gururlu geliyor şimdilerde.

...

bir zamanlar yeterince mükemmel değildi,
bir yolun yamacında başı boş gibiydim.

sonra güzel bir kahvaltıda
karşımdaki manzarayı içtim bir sabah,
o kadar güzeldi
rahatlatıcı ve huzurlu.

bir zamanlar mükemmel değildim,
hiç birimiz mükemmel değildik.

ben,
değişmeyen tarafımla,
bana kattıkları arasındayım şimdi.

ben,
elimi uzattığımda
tuttuğun
tarafım.









25 Eylül 2014 Perşembe

Guns and roses

bu sefer size ne anlatıcam bilmiyorum.

bir an bir kosusturmacanın arasındaydım. bir an büyük bir çoskunun arasından sokak aralarına sıyrılırken buldum. küçük bir aradan geçerken balkon kapısı aralanmış içerden guns and roses dan knocking on heavens door seslerini dinlerken buldum. akustik gitariyla calıp söylüyordu.

serin bir rüzgar ve dayandığım bir duvardan sigara yakarak dinledim onu. biraz alkollüydüm, cok hoş geliyordu. bugün benim için en keyifli bir andı kendisi. belki uzun bir zamanda bu kadar hoş bile hissetmemiştim.

kendimi dinlemeyi bıraktım bir süre bugünlerde. beni dinleyen birilerinin olduğunu hep düşünüyordum. sadece gerçekten anlayan birileri.

suratıma bakarsanız mutlu bir insanım. zaman çok değerli, tadını çıkarmaya falan calısmıyorum zaten arkadaslarım bunu benim adıma da başarıyor.. bir daha gelmeyecek ve bir daha yasanmayacak anlar. sizde öyle yapın, ben basaramıyorum yarım belki yamalak.

tüm olay sadece keyif almakta değil, paylasmak. ben biraz yarım paylasıyorum her şeyi. her şeyin tadı yarısında kalıyor, hay aksi. siz tamamen tadını cıkarın.

ben,
ben eve gelip müzik setini acıyorum.
kendime ayırdığım eski parçalardan dinliyorum biraz.
belki bom boş her taraf,
yetiyor işte bi şekilde, yetsin.
sigara yakıyorum yetsin,
sessizlik var yetsin
müzik var
ben varım.




19 Eylül 2014 Cuma

bir adam, lacivert ceket

gökyüzü yine beton, hava soğuk,
bir adam lacivert ceket. yürüyor, adımları birbirinin refleksi. rasgele bir durakta rasgele bir otobüse binmek, kaybolmanın paylaşımıydı onun adına. bir kaç ay sonrası ve öncesi arasında bir zaman da yaşıyordu.

kendini kendi yapan, neysem oyum dediği fikirleri vardı. tartışmaktan kaçmadı hiç bir zaman, anlaşılamamaktan korkuyordu. öyle ki korkularını yutardı, nefessiz kaldığını görürdüm bazen. uzun süre koşmak gibiydi zamanı.

'merhaba, ben duyulmayan adam.'
derdi bakışları.

olduğun ana yapışıp kalıyor ayaklarının altı. duyuyor ve hissediyor musun diyordu, her gece aynı kadına, aynı barda aynı yerde aynı mesafede. dudakları değmiyordu, sadece bir şeyler fısıldıyordu -'İrlanda kızılı kıvırcık saçlı bir kızım olsun istiyorum.'-... hoşuna gidecek türden, saçma da olsa dinlerlerdi onu.

anlatman
söylemem gereken ne varsa yasaklandı dedi bir gün aynı yerde.
anlamak ve anlaşılmak üzerine yudumladık o gün biraları.
anlaşılmayı bu kadar istemek için,
bunu gerçekten hak etmiş olman şarttı.
biri tarafından sana bahşedilmeliydi,
anlıyordum.

hakkında şiirler yazılabilecek bir kahvaltı
hayal ediyorum dedi,
devamını duymamıştım.

akşam ona eşlik ettim,
bir dost olarak severdi beni.

eve vardığında
banyoda ki aynanın karşısında konuşuyordu
kimsin lan sen?
kimsin olum sen?
uğraşayım mı senle?
ha?
dedi ve ışığı kapattı.

bak dedi,
'huzur ayak sallamakta'
ayaklarını sallıyordu
gözleri dalgın biraz çakırkeyif.

'arayışlarımızı sonuçsuz kılan o şey
huzursuzluğumuza olan anlamsız
takıntımız olabilir mi?'  dedim.

biraz durup,
'neden olmasın'. diye baktı.

bir yerde yazmayı unuttuğumuz cümleler
bir yerlerde koltuk aralarına tıkıştırılmış düşüncelerimiz var.
ve hepsi sadece bizimleyken her zaman anlamsızlar.

düşünce ve hisler
kalıplaşmış taşlar parçaları olmadılar
onlar bir yerlerde anlaşılmayı beklediler

son cümlesi buydu.
uyuduğunu görüyorum.

iyi geceler
dostum.

iyi
geceler.




17 Eylül 2014 Çarşamba

Bizler -hayatın garip birer fahişesi

olgunlaşmak, 
daha hayal kurarken
o hayalin bir hayal olarak 
kalabileceğinin farkında olmaktan 
geçiyor. 

bazıları
farklı şeyler denerler, 
önemli kararlar alırken 
yazı-tura atmak gibi 
saçma gelenekleri vardır. 

kimine saçma gelen 
kimin de mantığın uç noktasına 
oynayabilir. 

bazılarına göre süzme 
gerizekalılık denen kavram 
aynı bokun 
sayısız tekrarından 
meydana gelir,
daha fazlası değildir.

kimi zaman 
karanlık bir köşede oturmuş, 
varoluşunun gereksizliğine inanmış ve
bir şişe bomonti açarak 
buna şişe kaldıran adamlar da görebilirsiniz. 
var oluşu gerekli kılmak 
mantıklı kılabilmek 
her insanın ayrı birer felsefesidir.

peki 
özgüven?
başarısızlığın verdiği alışkanlıktan doğan 
umursamazlığın 
dışarıdan görünü mü 
olabilir mi? 
neden olmasın ki.

tanrısını haklı çıkarmak için
debelenen kullar. 

yalanlar arasında, 
yalanlarına inanmayı başarmış adamlar.

inançlarını diğerleri için feda eden
kahramanlar.

korkularını anca rüyalarında dans ettirmekle yetinen 
penis kafalı insanlar.

isteklerinin belirsizlikleriyle kaybolmuş 
zamanı tüketen 
farkında olsalar da 
olmasalar da tükenenler. 

hayat denen çamaşır makinesinde 
çorabın diğer tekini 
daima arayacaklar,
bizler hayatın garip birer fahişesi
çoraplarımızın diğer teklerini arıyoruz. 










15 Eylül 2014 Pazartesi

bazen sessiz

hepimizin güçsüz bir yanı var.

bazılarını anlamak daha kolay bu konuda, bir yüz bir ses veya bir tek kelime yeterli.  bir yerden sonra anlaşılmayınca bende anlamıyorum diyemiyorsun hayata karşı. mantık değil bahsettiğim sadece biraz düşünmek

güçsüzlüğünüz egonuzu yükseltmesin. yada gücünüzle zar atmayın.

bu gece eve yalnız yürüyorum,
biraz esintili bir hava.
kapıya kadar geliyorum

anahtarı çevirip zoraki bir adım attım,
metroda yerde oturuyordum bugün
sokaktalar da oturmak istedim
bütün gece
boş sokaklar tamamen benimdi.

bir ışık sızıntısı var odamın içinde,
hemen dışarıdan içeriye doğru bakıyor.
bir ateş var aydınlatılmış tavan köşelerinde
kader veya gelecek olan
daha iyi olan bir şeye işaret mi dersin,
bilmiyorum.

yanlış bir tembellik tarafından çekiliyorum,
beni koşmaya hiç durmamaya zorlayan garip bir tembellik.
tırmanmaktan hoşlanacağınız bir dağ gibi
ama nereden başlasam bilemiyorum.

bazen merak ediyorum,
aklımı bu kadar kurcalanmaya iten bir büyü mü var.

başım da dinmesini beklediğim
bir ağrıyla yatıp
bekliyorum sabahı,

yorgunum.
uzun bir yolculukta ki
en uzunu yaşayan yolcu kadar.

cevaplar doğruları tatmin etme büyüsüyle var olurlar
bazen çok sessiz burası,
sessizlikle dolu bir deniz altıyla
su yüzüne çıkabilir misin.

bildiğim bir şey var,
hayat şarkılar söyler
hisleri vardır,
seni dener.
bir zamanı vardır her şeyin
ve yaşadığını hissedersin.

dürüst ve doğru ufak cümleler
yaşadığını hissettiğin o ana taşırlar seni..

yorgunum şimdi
diyeceğim bu yazının noktası burası.







7 Eylül 2014 Pazar

uzun bir sokağın uzak köşesi

bazı şeyler hissedilmeyi talep eder. bazı sözler söylenmeyi, bazı anlar tükenmemeyi talep eder. nedenini net olarak bilmiyorum ama aklıma takılan bir soru var. insan nasıl olur da yaşanmakta olan anı kendine bu kadar uzak hissedebilir? ölseydim eğer böyle mi hissederdim.

uzun bir sokağın uzak köşesi gibiyim, kendime uğramakta güçlük çekiyorum. çevrenizdeki insanların konuşmalarını duyuyor ama onları dinlemiyorsunuz. hiç durmadan gelecek ve yaşanan üzerinde dakikada milyonlarca düşünce kurup anı kaçırdığınızı düşünün. zamanı hiç bu kadar ıskaladınız mı?


bir yerlere oldukça uzaktayım. insan en çok kaybolmaktan korkar diye bir teorim var. her şeyden ve hayatınızın merkezi olarak seçtiğiniz değerli şeylerden uzaktayken, gerçekleşebilecek bir teorim.

ne kadar yaklaşmak, ne kadar hissetmek isteseniz de somut tarafı kendinizden uzaktayken gerçekleşen bir teori.

hayallerinize, dokunabileceğiniz ve hissedebileceğiniz güzel anlara sadece bir zaman dilimi uzaktasınızdır. zaman sizin adınıza o anların -geleceğini- hapseder. sadece hayal eder, beklersiniz. kafanızı oyalayacak bir şeyler talep edersiniz. uzun bir oyalayıcı talep etseniz iyi olur, kendi adınıza.

güzel şeyler düşünün, olabilecek güzel şeyler. yaşanabilecek güzel şeyler.
beklenebilecek şeyler düşünün.
hayal edebileceğiniz türden
sizi sarabilecek şeyler düşünün.
büyük ve uzun pencereleri olan bir ev hayal edin
sevdiğiniz renkleri içine hapsedin
sevdiğiniz birini içine koyun
sarılın şimdi,
o uzun pencereden dışarıya bakın
kendinizi bırakın
biraz uyuyun..








31 Ağustos 2014 Pazar

oyuna devam

bir otobüsün penceresinden
dışarıya doğru bakıp,
camın yansımasından
takındığım durumun yansımasını
ve yüz ifadelerini seçiyordum.

kulaklıktan gelen şarkıya odaklanıp
yürüyen bir adamdım.
yüzleri kan içinde
yumruk yumruğa gelmiş iki adamın
etrafında toplanmış
bir kalabalıkta,
dayak yiyen o adam
ben olsaydım eğer
daha iyi hissedebilirdim.

kalabalıkta kaybolmak istiyordum
kaybeden olmak umurum da değildi
bazı anlar yalnız kalmak istemezsiniz
mesele sadece bu kadardı.

...

bazı anlar için
'çok iyiydi biliyor musun'
her şeyden daha iyiydi,
diyebiliyorsan,
o anları daha çok yaşamak adına
ya sarhoş olacaktın
yada bir zaman da olsa
bekleyecektin.

daralırsın,
evin bir yerlerinden
garip gıcırdamalar duyarsın.
kir tutmuş odanı temizlersin
duşu açıp
suyu ayarlarsın
buz gibi soğuk suyun altında
kendine yakın bir şeyler ararsın.
dolaba yaklaşıp
bir bira kapar,
sigara kutusundan
bir sigara seçip
ona, yanıp ölmeyi emrederken
derin bir soluk alıp,
bırakırsın.
dünyanın bütün acısı
ve yenilgisi
beklentisi
sonra biter
bitmesini ve geçmesini
dilediğin ve beklediğin
diğer şeyler gibi.

yalnız kalmaktan
daha kötü şeylerde vardır.
farkına varmak
zaman alır.

çok geç kalmak
daha kötüdür.

uzağa yolculuklar kötüdür
diye düşünüyorum.
yabancı bir kente uçar
biri tarafından karşılanırsın
sonra en yakın barın
nerede olduğunu sorar,
sana garip garip bakarken
bir sigara yakarsın

kendi adıma bu böyleydi.

sonrası bu kadar,
bir iki miller içmiş
burada klavyenin başında oturuyorum.
buz dolabının çıkardığı
garip sesin dışında
bütün sokaklardaki insanlar
gerçek evlerine dönmüş,
ve sokaklar karanlığa
gömüldüğü zamanlarda
burada oturmuş
bir şeyler yazıyorum.


'pekala' dedim.
'bu kadar yeter'
bitti.






9 Ağustos 2014 Cumartesi

Uykudayız Derince

uzun bir ara...

sonra bir bakıyorum bir aksam yalnız başıma kalmışım. bir ara  bu boş sayfayı açmayı başarıp, birden ne yazabilirim diye düşünürken buluyorum kendimi.

bir sigara yakar
veya yatağa yalnız girebilir
bir kafeye gidip muhabbet ederdik
belki yemek yapıp
sonra sinemaya gider
bazılarımız kadına adama kaçar
aksamında bir kaç bira için bir bara gider
yolda dönerken
köfteye falan kaçardık
en olmadı
çorbaya.

sonra sıfır saati,
gece yarısı.

ev arkadaşımla evdeyiz,
dönüp geriye baktığında
dolu gözüken kocaman bir hayat
elimizden tutansa
çok az bir kaç adam ve kadın.

uykudayız,
derince.

uyumamak ve sahici rüyalar
görmek peşindeyiz daha çok.

daha uyumadan
gözlerin kapanıp bedenin teslim olmadan
başlayan rüyalar görürdük.
kaptırıp seslice konuştuğum olurdu
uyanırdım,
etrafa bakıp
birinin beni duymuş olma ihtimaliyle ilgilenirken
bulurdum kendimi.

yükseklerde olacaktık
bir uçurtma gibi
o zamana kadar
dünyada tek başımıza gibiydik.
belki biraz da dünya yalnızdı
bizim adımıza.

ve bazılarımız için,
böyle anlar çok ama çok uzun sürecek.
insanlar için yaptıklarımız
bazen bizi daha karanlık bir noktaya itiyor.
herkesin sırtını sıvazlamaksa
sadece tellakların işidir sanırım.
bir süre sonra
onlar için yaptıkların
izbe bir noktada kalmana yarıyor sadece.

bir dostunuzu düşerken gördüğünüzde
aptal gibi hissediyorsunuz
bazen
verecek hiçbir şeyiniz yokmuş gibi geliyor
kaybedecek bir şeyiniz olmadığı gibi
esip geçen anlar.

ortalıkta dolanan avare bir toz yumağı gibi
hissediyorsunuz.

uyku
gece
ve gelecek olan
gündüz adına
uyanmak için kötü bir vakit gibi
geliyor..







22 Temmuz 2014 Salı

Ölümün kıyısında

daha küçük bir çocuk kadarken, soruların ardı arkası kesilmezdi. sorular yalnızca cevaplarını duyma isteğiyle var olurlar. küçük bir çocuk kadarken cevaplardan korkmuyorsunuz. sonuçları hayal etmiyor, üzerlerine kafa yormak nedir bilmiyorsunuz.

boy 30 cm den 170 e vardığında, her soru beraberinde cevabının yükümlülüğünü taşır. korku bir anlam kazanıyor ve içtiğin sigara içtiğin alkol içtiğin ne varsa bir anlam kazanıyor. verdiğin cevaplar kaçtığın sorular ve cevapları duyma isteğin, içindeki korku ve güç arasında bir cevap buluyor.

cevapları duymak istiyor muyum? bilmiyorum.
sormam gereken soruları sormamak için kafamı doldurup
başıma bir silah dayıyorum.
tetiği çekme opsiyonuna sifonu çekip
kafamı yastığın ucuna dayıyorum.
sorular geçiyor kafamın her film karesinden,
cevaplarını hayallerle harmanlıyorum.
kendi adıma ne istiyorsam
bir başkasının isteklerinin ardından gelmeye devam ediyor.
kendimi korumuyorum gibi geliyor bir süre,
paketten bir sigara çıkarıp
o gün için yakıyorum gecenin karanlığında.
günün en iyi anı
çakmağın ateşlendiği saniyeyle birleşip
kan hücrelerime ölü bir fayda sağlıyor.
eskimiş bir albüm parçasını andıran
kadının sesinden bir şarkı çalıyor radyoda.
pakete uzanıyor elim
bir sigarada onun için yakıyorum,
kadın! sigaramı ateşleyen bir ses tonuyla
sözleri mırıldanıyor.

gece geç saatler.
sorular her yerde,
sorular aklının en derin yerinde
istek ve arzuların derinde bir yerde
hayallerinin tam yanında
her şeye çok yakınız
bir sigaranın başıyla bitişi arasındaki
kısa mesafeler kadar yakınız belkide.
şansımız belki bir o  kadar uzakta
arzu ve şefhet dolu hırslarımız uzakta belkide
her şey bir o kadar yakın
bir o kadar uzakta.

ölüm bir kıyıda,
ölüm ve yaşam arasındaki boşlukta
bir paket dolusu cevap.

peki biz,
o soruları
cevapları duyma isteğiyle
soracak kadar adam olduk mu..

19 Temmuz 2014 Cumartesi

kafamın içinde bir bozuk para dükkanı

bir hikaye yazacağım ne kadar sürer ne kadar yazarım bilmiyorum  20 temmuz 2014
1. Bölüm.

başım çatlamak üzereydi. henüz 24 yaşında birine göre başım gerçekten büyük beladaydı. ağrı katlanılmaz bir hal almakla kalmıyor beynimi ve düşüncelerimi esir altına alıyordu. iş diye adlandırılan bir duraktan geliyordum. gömleğin son raddesine kadar iliklenmiş, ayakkabı bağcıklarım ayaklarımı patlatmak istercesine düğümlenmişti. kravatım bir fiyaskoydu çıkarıp boynuma attım. ne gerek vardı hiçbirine bilmiyorum.

garip bir uyuşukluk hissiyle yürüyordum eve. babamı gördüm seslendi, duymamış gibi ilerledim merdivenlerden yukarı doğru. işi bırakmıştım.

annem yanıma geldi. kendim hakkında bir şeyler sordu. pek cevaplama taraftarı olmadım. annenim ben senin dedi. iş hakkında bir şeyin kalmadığını bıraktığımdan bahsettim. sonrasında çok fazla gürültü koptu. başım çatlıyordu. istemiyordum bugün ki geleceğimi. sanki avucumun içine para gibi sokuşturulmuştu geleceğim. bu kadar zavallı değildik, her zaman böyle hissetmekten kaçtığımızı hatırlıyorum.

hayatta kesin bir şeyler varsa,  eğer siz seçimler yapmazsanız birileri sizin yerinize avucunuzun içine para koyar gibi o geleceği sıkıştırıyordu

dışarı çıktım. geceydi henüz. bir bara doğru yol aldım. tanıdığım bir kaç adam bu esrarengiz müziklerin çaldığı nostaljik diyarda ara ara bana sataşır aklımı oyalardı. içtim, çok içtim. ta ki kırmızı etekli hatunu görene kadar. başımı kaldırıp yüzüne bakmak istedim. sadece eteklerini görebildim. gülüyordu sadece. kahkahalar atıyordu. başımı kaldıramıyordum kırmızı eteği vardı. kırmızıydı.

neyse her gün içersen eğer, çatlaklar seni ziyaret eder. bazen ziyaret ediyorlardı bazen ben bir çatlaktım. yazı yazmaya çalışıyordum daktilo başında. deniyordum iyiydim de peki ya editörler beğenmezse peki ya editörler aptalsa?




arkadaşıma geçtim. kafam iyiydi ama başımın çatlayacağına hiç şüphe yoktu. yanında bir kız vardı. onlarda yeterince iyiydi. götümm diye seslenirdim ona. vurmaya başladı. rahat durmasını söyledim gidip bir iki bira daha getirecektim. bir daha vurdu götüm. gülüyordu. genelde bende gülerdim.


bağırdım ona üzerimde sarkan garip bir çük gibisin!
güldü aşağılık herif.


başım çok ağrıyor.
kafamın yerinde olup
olmadığı hakkında
derin şüphelerim var....


8 Temmuz 2014 Salı

6 Metre karelik odanın penceresi

güzel ve kötü arasında
uyumsuz bir zamanda
yürüyorum.

hayatta anlık kararların
yeterli mutluluğu sağlayabileceğine
dair bir şeyler vardı aklımda.
ama sonuç olarak
herkes bir kararın esiri olduğundan,
artık böyle bir şeye inanmak için
o gün gerçekten sarhoş olmanız gerekiyor.

biraz nostaljik
biraz garip bir ev
lazım bana.
hepimize belki bir tane lazımdır
bundan.

mutsuz olsam anlamazsınız,
mutluluk sade bir gülümsemenin
ardında saklı kalabilen türden bir şey, istendiğinde öyle.

yalnız kaldığımda bir an
mutlu olduğuma dair bir şeyler hissediyorum.
yalnız kaldığımda
kendim hakkında çok fazla şey düşünüyorum.
yalnız kaldığımda
benim 6 metrekarelik alanımdan geriye kalan her şeyi düşünüyorum.
insan yalnız kaldığında
düşünmek ve görmek istediği her şeyi
ayan beyan hayal edebiliyor.

bir balıkta
eski nostaljik bir televizyonun
göt kadar alanında
yalnız kaldığında
ancak odanı süsleyebilir.
bir balık ancak o zaman
derin dipleri
düşünebilir.

bazen,
o kadar da yalnız değilim artık.
düşünmek için
tepki vermek için
koşmak için
yeterince yalnız değilim.

belki de bu benim
küçük sapkın anlamsız mazeretim.

bazen tanıdığın tüm yüzlere yakınken
bir o kadar uzak kaldığının farkına varıyorsun.

bazen her şeyden sıkılıyorsun da
kendine bile itiraf etme lüksün olmuyor.

bazen farklı bir rast gelme anı bile
günü değiştirir.
bazen eski bir dostun kahkahası bile yeterli olur.
bazen akvaryuma konan diğer bir balık
tüm sıradanlığı bir anlığına değiştirebilir.
'komşunun bahçesinde ki çimler de bu yüzden daha yeşil gelir ya'
mesafeler özlemek için
hayallerinden uzak kalmak özlemek için
yapamadıkların özlemek içindir
içemediğin bira
yarım kalan tost
biten bir maç
sahip olamadığın
o garip ev hayali..

hayat akışını sürdürür,
belki alışkanlıktandır
hareketlerim kısıtlanmış gibi gelir bana.

yolda duran tek başına benimdir aslında.
ne sağa koşarım
ne sola.
6 metre karelik
odanın penceresinden
dışarıya bakarken
hayatında
bir devrim ararsın.



23 Haziran 2014 Pazartesi

Bir şekilde ölümü deniyorduk

okula devamlı gitmiyor, sabit bir iş fikri oluşturmuyordum, ortalıkta her sokakta bir iş peşinde gezip durmaktaydım ama bir durak noktası yoktu. başı boş köpeklerden ayırt edilemez haldeydim.

ay boyunca kazandığım parayı dostlarımla içerek harcıyordum, henüz daha değerli bir şeyin farkına varma şansım olmamıştı. garip bir şekilde yaşam beni dehşete düşürmekten yılmıyordu. bir yerde uyumak, yemek yiyip hayatın sana vereceklerini bekleyerek yaşamak ürkütücüydü. farklı görünmek, hayatın insanlara veremediklerini onlara sunmak bir an cazipti. elinde pek de bir kırıntı kalmadığını anladığın ana kadar.

içtiğin zaman dünya yine vardı ama belki de dürtülerin ve korku dolu hislerinden uzakta kalmayı başarabiliyordun. ayık gezen sarhoş adamlar olmak daha dürüstçe gelirdi ve bir süre tersini denedik. sarhoşken ayık olmak bir an için tamam gibiydi sonrası yolun sonunu pek getiremedik.

her gün yeni bir müzik arayışı içindeydim. bu oldukça iyiydi, gelecekle geçmiş arasında bir yerlerde kaybolmanıza yetecek kadar müzik arayışına giriyordum. rahatlamış gibiydim bir süre. alıkoyuyordum kendimi kötü şeylerden. kötü bile iyi geliyordu, acı oldukça tatlıydı müzik dinlerken. garip müzik denen şeyler milyonlar satıyordu, insanları anlayamıyordum. hep bir yerlerde saklı kalmış şeyler arayışındaydım ve müzik de buna dahildi. her an için bir yerlerde saklı kalmış bir şarkı vardı garipti, ve onu bulduğunda iyi hissediyordun.

ve ölüm.
çoğu insanın
ölümü bir çeşit
aldanmaca.
henüz hiç bir şeyini
kaybetmemişken
kaybettim demek için
güzel sarhoş olmak
gerekiyordu.

hepside kaybolduklarını
sanırlardı,
onları kurtarabilecek
bir yarı tanrı modelleri vardı.
hiç biri tanrılarını kaybetmek istemedi
ve hepsi de onları kaybetti.
ahmaklardı
neye ait olduklarını
ve neye sahip olduklarını
hiç bir zaman anlamadılar
ve en garibi
hep anladıklarını
sandılar.

bir şeyleri kaybettiklerinde
enkazda sandılar kendilerini,
ta ki daha iyilerini 
kaybedene kadar.

ölüm bir kucaktaydı,
ölüm anlıktı
herkes öldü
ama çok azı
ölümü hakedecek kadar
hayattaydı.                                                            






3 Haziran 2014 Salı

Ayık gezen sarhoş adamlardık

boşlukta kaldığımız saniyeleri toplasalar günlere vururlardı sanırım. zaman sadece bir isim benim adıma, içini nasıl doldurduğunuz hakkında pek bir fikre kapılma şansınız olmuyor.

hayatın sağından solundan çekiştirip bir şekil çıkarmayı deniyoruz. biri bir taraftan çekiştirirken bir diğeri ondan etkileniyor.

geleceğe dair umutlar peşinde koşan çocuklardık. şimdi benim geçmişe dair umutlarım var.

geçmiş ve geçecek dostlarım var. olur ya belki geçmez. geçmişe dair olan umutlarım, onlara geleceğim de sahip olabilip olamayacağımı da barındırırdı.

biliyorum ki bazen kendimize fazla ras geliyoruz. eve geliyorsun, ışığı yakıp bir kahve yapıyorsun kendi adına. bir kahve daha koyacak adamın yok. bazen biz aslında çok yakınız kafalarımıza, bazen bir o kadar uzak. bazen gelip sarılmak istiyorsun lan sadece. sikerim olum şu hayatta kime güveneceğim diye bir laf çıkıyor düşüncelerinden, kahvene bakıyorsun tek kişilik.

sonra aklına geliyor,  iki kişilik kahve doldurduğun geçmişler.  iki kişilik sayısız sohbetlere eşlik etmiş kahveler. hepsini bir an tekrar içiyormuş gibi hissediyorsun.

bazı şeyler yok olursa koyar. belki sonra o da geçer. yenisi bulurken geçen zaman koyar. tanıdık bir an gelir koyar.

hayatta bir uğraş, bir çaba içerisinde bir şeyler yapıyormuş  gibi görünüp aslında her şeyden vazgeçmiş adamların filmi gibiyiz biz. paranın ve parayı verenlerin köleliğini reddetmiş, cinselliği hayat sanmayan bunu da bir tabu yapmayan anların bileşimiyiz. kadını sevip anlayan, yol vermesini de bilen sohbetlerin adamlarıyız.
taksim de kadıköy de bir bira içmenin hayalini kuran bazen parasızlıktan bazen yoğunluktandır sadece hayalini kuran adamlarız.

noldu lan bize? biz ayık gezen sarhoş adamlardık.
artık sadece sarhoşken ayığız.





30 Mayıs 2014 Cuma

Dağılırdık köşelerimize

onları yalnız yapanlarla
kaybettikleriyle
ve vazgeçemedikleriyle dolu
kafası karışmış bir sürü gerzek.
sağ ayak parmağından
sol omuz başına kadar gerzek.

hiç bu kadar aptalı
bir arada görmediniz.
sonuçta hepsi ölecek
herhal de ölecekler
yavaş yavaş
hepsi de acı çekmeyi severler
ve hepsi de nefret ederler.

teslim olurlar
olmayı isterler
sarhoşturlar.

ölümü gecenin içine yürüten
ahmet altan gibi
beşinci mevsime inananlar.
ölümden kurtulmak için değil de
harbiden ölmek için yaşayanlar,
yalnız bir opera gibi ölenler
çıplak ve sahici yaşayanlar
ölü kelebekler
toy yaşlar
yolun bitmediği yazılar
arasında kaybolan bir sürü düşünce.

düşünmekten şimdiyi bile
yaşayamayanlar,
hayatı anlayanlar hep mi
cezalandırılır sorusu eşliğinde
spot ışıkları çarpar yüzümüze.

çıkmaz bir sokağa benzeyen
avare anılarımız varken,
hepimiz sert rüzgarlardan
daha güçlü olmak istiyorduk.

şarkının bir yüzünü dinlerken
hayallerimize dalardık,
kaçımız kurtuldu bilmiyorum.
sevişmenin derinliğimizden
çıkmamıza yardım edeceğini umduğumuz
gecelerin ardından dağılırdık köşelerimize...

Murathan Mungan'ın bir yazısı eşliğinde bitireceğim yazıyı:




karşımıza erken çıkmış insanları yolun dışına sürerken
bir gün geri dönüp, onu deliler gibi arayacağımızı
hiç hesaba katıyor muyuz?
hayat her zaman cömert davranmaz bize.
tersine, çoğu kez zalimdir.
her zaman aynı fırsatları sunmaz
toyluk zamanlarını ödetir.
hoyratça kullandığımız arkadaşlıkların,
eskitmeden yıprattığımız dostlukların,
savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla
yapayalnız kalırız bir gün...
ve bir akşam üstü yanımızda kimsecikler olmaz;
ya da olması gerekenler yanımızdakiler değildir...




21 Mayıs 2014 Çarşamba

Sürünmeyin sakın! şarap olursunuz, içerler sizi; bitersiniz.

Ortak bir olgu ve hareket arayışındayız. bulamadığımızda veya geç kaldığımızda birbirimizden kopuyoruz. herkesle bir olgu arayışına girişmek kendi içinde bir yolda kalmak gibi. yol için seçenekler artıkça kendine ayit olan yollardan çıkıyorsun.

hiç var olmaması gereken anlarda ve yanlış duraklarda duruyor, geçen zamana değil kendine sitem ediyorsun. bu oyunu tekrarlamaksa farklı bir saçmalık kendi adına.

bildiğin erken boşalmak gibi,
işte yolda kalmak böyle bir şey.

bazense zamanı ıskalarsın
ertelemek, geç kalmak yada erken bulunma hali zaman adına.
7 gibi boşalırsan
gerçekten erkendir.
00:00 oldukça geç boşalmaktır
bir zamanı iyi tutturmak var ki
yaşadığın veya yaşacağın hazzı
on ikiden vurmak diye buna diyorlar.

insanın sabahlara kadar
programlar yapası geliyor bazen,
ve bazen tüm o planlara geç kalıyorsun.

bazen biraz da şansım olsa diyorsun da
ona bile geç kalıyorsun,
bazen zamana bırakıyorsun
olmuyor amkoyim afedersiniz.

küçükken de planlar yapardım,
o zamanlar cinselliği tanımıyordum
ama küçüktüm
küçük planlardı
küçüktü o zamanlar
her şey büyüktü,
hayallerimizi büyük tutmamız söylendi
aklından bir sayı tut dendiğinde büyük tutardık
her şeye inat
sonra 'şimdi bırak' derlerdi.
o zamanlardan kalma bir alışkanlık sanki
bırakıyorum bende bazen
ne olacaksa olsun diye.

bırakınca olmuyor.
bırakmayın
olsun.

sürünmeyin sakın
şarap olursunuz,
içerler sizi
bitersiniz.
zevkle içerler,
sıçarlar sonra
en son
sifonu da çekerler
bitersiniz.

bırakın onu bunu da
şarap için.
siz için.

bana da koyun.

iyi geceler. 

17 Mayıs 2014 Cumartesi

farkında olmak

ilk defa evet deyip karar aldığımda nelere mal olabileceği hakkında hiç bir düşüncem yoktu. karar almak bir -evet- kadar basitti. neyin yolunuza çıkabileceği veya nereye gitmek isteyeceğiniz üzerine bahislere girmiyorsunuz.

yirmi iki yaşındayım henüz. ufaklara göre uzun bir zaman parçası. her hamleniz sizden bir zamanı çalıp bedellerini size ödetir. nasıl mutlu olabileceğinizi söyleyemeyeceği gibi mutsuz olabileceğiniz hakkında da sizi uyarmaz.

hayatımın her anında anlık kararlar verdim. çünkü hayat da hiç bir an, nelerin çıkabileceğini tahmin bile edemiyorsunuz.  düşünmek için kendime bir zaman tanımadım çoğu defa. farkettiğim ve paylaşmak istediğim bir şey var eğer ilk seferinde düşünmek için sakındığınız dakikalar, saatler ve günleri bir kenara itiyorsanız her şeyi göze alıyorsunuz demektir.

her şeyi göze alıp gözlerinizi kapatıp,
hayatınızın için de parçaları değiştirdiğinizde
bedeninizin bunu kabul etmesi için
dua edersiniz sadece.

hayat o an, anlık bir kararı size verir.
anlık olan her şey sonrasın da uzun bir geceye ite bilir sizi.
uçsuzdur ve öngörülerinizi karmaşık bir hale getirir.
sarsıcı bir andır bazen.
bazen bir sarhoşluk halidir de yine de sarhoş olamazsınız.bazen kadıköy de uçan bir martı kadar özgürlüktür de bazen sadece boğulmakta olan bir balıktan farksızdır o andan sonrası.

anlık davranmayın demiyorum,
ama sonrasında sakın susmayın.
kendinizi düşünmezseniz eğer
hiç bir şeyin anlamı kalmaz.
sadece bunun farkında olun...







9 Mayıs 2014 Cuma

varsa bir biranız, bende içerim

sadece bir kaç cümle yazıp yine silecektim yazı oldu. 


yazı yazabilmek için ne gerekir bilmiyorum ama canım çok sıkılıyor.
sanırım tanrı benimle dalga geçiyor.

dünyanın başka bir noktasına bir varış bir hayalden çok
eylemsiz bekleyişimizin bize olan bir hediyesi.

tüm buralardan gitmek..
bir süre kafamı dinleyip fotoğraflamak
kafamı bulanıklığını atmak için yapabileceğim en mantıklı şey.
bana şuan bu fotoğraf makinesinden başka iyi gelen
herhangi bir şey var demem zor olur.

önümde ki bir kaç hafta da
kalabalığın içinde koşuşturup duran bir ben var olacak,
bu kargaşada tek istediğim herkesin arasında kaybolmak.

varken yoksam
herkes için yok olmamın kimseye zararı dokunmaz sanırım.

dost dediğim bir kişinin yanında
bir zaman bile yeterdi.

fransız balkonu olması şartı koşmuyorum
olsa hiç fena olmaz.

bir kaç gündür sürekli yağmur yağıyor bu şehre
görmem gereken ne varsa belki yağmurdan
çıkıp bakmıyorum bile.

kendi başıma kaldığım kısa zamanlar da
yağan yağmurun ardındakileri çekiyorum.
hiç kimse onları çektiğimin farkına bile varmıyor
hesap vermek zorunda değilim ve kafam rahat.
onları tanımam gerekmiyor
onları durdurmam ve konuşmam gerekmiyor
yoldan geçiyor olmaları ne kadar güzel raslantı
makinem adına.

sevdiğiniz bir şeyle uğraşırken içinde bulunduğun durumu düşünmen bile gerekmiyor. seni düşünen veya düşünmesini dilediğin kimseyi düşünmüyorsun. devamlı bir fotoğraf çekme zorunluluğu hissedip devam ediyorsun.

sanırım en büyük zaferin o an da oluyor. -hayatın sana sunamadıklarını sunan- uğraşında sana dokunan ve kafanı kurcalayan kimsenin olması nasıl bir zaferdir

yalnızlık bir zafer midir peki
kendinden uzaklaşmak keyif midir
yoksa Kadıköy sokaklarında açtığın bir bira mıdır keyif?
keyif harbi bir dostun kelimelerini kucaklamakta mı gizlidir
bir parça para mıdır?
bir sokak köpeği bile bir keyiftir bazen
mazgallarda, sokaklarda, kaldırımlarda yağan yağmurlar mıdır

hayatta her şey içsiz güçsüzdür
sen ona ihtiyaç duyana kadar.
o zaman bu gece ihtiyaç duymaya içelim,
varsa bir biranız bende içerim.





7 Mayıs 2014 Çarşamba

hayat sadece bir fantezi

Korkularımdan ayrıldım o gün,
çünkü bana aklım konusunda
yardım edemedi.
hiç bir zaman sokulmadı yanıma,
anı yaşamak konusunda
farklı düşüncelerimiz vardı.
korkularım geleceği düşlerken
aklım şimdiye odaklanırdı,
ikisi arasında buluşmak
sanırım ideal olandı
yapmadım yada olmadı.

...

bir süre sonra
en yakınızda ki adamlar bile
deli olduğunuzu düşünmeye başlıyor.

uzun zaman boyunca
bazense tüm gün
hiçbir şeyin tatmin etmediği
hakkında bir şeyler konuşuluyor
kendi ufak odanızda.

aklınızı meşgul etmek için
aradığınız tüm metodlara
kendinizi kapatmanızı engelleyen
seçimleriniz oluyor,
devam ederken
neden devam ettiğinize ilişkin
bir sebep bulamıyorsunuz bu yüzden.

...

bazen hayatta sizin bulamadığınız
şeyleri göstermesi için biri vardır,
bu kişi çoğu zaman olmamıştır
yada çokça yanılmış olmalısınız
insanlardan yana
ve bir seçenek daha var
o da hiç bir şeyi yeteri kadar
umarsamadığınız hakkındadır.


insana kendi hakkında
düşünme anları tanır
bazı durumlar,
çoğu kez bir yıkımın hemen ardından.

bazı şeyleri hissedemezsin
bir süre sonra
gerçek dışı gibi gelir.
insanlar sürekli gülümsüyor
sürekli bir ileri noktası var
sizinde öyle ama bir süre sonra
hiçbir şey tatmin etmez
her şeye rağmen mutlu yüz
maskelerimizi geçirmiş halde bulursun kendini.

en yakınındakine zarar vermekle başlarsın,
kendi hayatını bırakıp
onun hayatına da sıçarsın.

ve hiçbir neden veremezsin ona.
ne şimdiki sorularına
ne sıradakilere.

...

mutsuzluk olağan bir duygu,
sahip olduğumu da kaybediyorum gibi bazen.

yaşarken hayat kolaydır
tabi eğer yolun nereye gittiğini biliyorsan.
kendini görmen gerekir
başkalarının gözlerinde.

hayat bir fantezidir
güneşi bile zincirleyebilmelisin.
seni yırtıp parçalayacaktır durmandan
hayat bunu ister.
rüzgarı yakala
ayak uydur,
bir gün tamamen parçalanacağız
bu yüzden bugünü yaşa
en iyi gün kadar umarsanırcasına
çünkü yarın,
elbet bir gün gelecek.



1 Mayıs 2014 Perşembe

Emin olman gereken tek şey asla emin olamayacağın

Kaç hayat yaşıyor
kaç kez ölüp
kaç kez doğuyoruz,
ölüm anın da
on dokuz gram kaybettiğimiz söylenir
on dokuz grama ne sığar?
ölüm çoğu defa anlık bir olay
belki bir kaç saniye
bir kaç saniyeye ne sığar?

ölüm anın da tüm hayatın
film şeridi gibi geçtiğine dair
bir laf vardır.
tüm o anları bir kareye sığdırmak
yıllarca geçen zamanın yapamadığını
tek bir anda yapabilmek,
boş geçen zamanlar
adına en fazla
bir utanç olabilir.

on dokuz gramı
henüz kaybederken
yaşadığımız zamanın ve anın
ne kadarı kalır
ne kadarı gider ?
sanırım bir kısmı hiç gidemez
bir kısmı arkada kalanları parçalar.

eğer arkada çok defa
kalsaydım,
sanırım kaybedecek çok fazla bir şeyim de kalmazdı.
ve o an insan,
hiç olmadığı kadar güçlü hissederken
bir o kadar güçsüz kalırdı sanırım.

....

''hayatla ilgi hiç bir şeyden
kesin emin olamıyorsun''
emin olman gereken
tek şey de emin olamayacağın
hakkın da bir şeylerdi.

anlatacak öykülerinin olması
seni ölümsüz kılardı belki,
yaptığın resimler gibi
öptüğün kadınlar
sikip attığın arkadaşların gibi.

...

madem kaçamıyorsun
on dokuz gramlık bir andan
aklını on dokuz yerinden terket!

her hangi bir değersiz bir şey gibi terket onları
yolda durmaktan daha kötüsü varsa
istemediğin yoldan gitmek sanırım.

belki bir an aklındaki her şeyi on dokuz yerinden terkedersin
hatta bunun için tanrıya dua ederken bulursun kendini.






27 Nisan 2014 Pazar

Uyku sessizdir yağmurun tersine

Yorgun görünüyordu
ince uzun ve sadece seyrediyordu
yağan bir kaç damla yağmuru.
ne düşünüyordu
bilmek istiyordum.

bu dünyaya ait olmayan
bir yaşam formuydu.

uzun bir kürekle
kömürler atıyordu
havaya.

bazı gerçekleri vardı
muhtemelen diğerleri gibi
acıydı.
bir durak gibi
bekliyorlardı istasyonlarda,
bir durak gibi
bekliyordum bende.

kimi on dk beklerdi
kimi koşarak giderdi
hiç durmadan.

hepsinin de dudakları vardı
öpmek için.
sevgilileri vardı belki
belki evcil hayvanları
ve belki ölmek üzereydiler
belki hepsi bir yerlere geç kalıyorlardı.

tırnakları vardı uzun kısa
duvarları kazımıştı belki bazıları,
uçurtmaları vardı.
uzun saçları ıslaktı
belki bazıları ağlıyordu,
bir kısmı yağan yağmura saklıyordu
yaşlarını.

hepsinin diğerleri gibi bir yolculuğu vardı.
kimi yine geç kalıyordu
kimi yetişmek bile istemiyor
kimi sıkılmış
kimi ağlıyor
kimi paranoyak bir güdünün esiri oluyordu.

hiç birini düşünmek zorunda değildiniz
ve hep en az birini düşünmek zorundaydınız. 

26 Nisan 2014 Cumartesi

Saatler de yanılır

Bu sadece bir sigara ve o kadar da kötü olamaz gibi düşünüyorsun. sigara yakar gibi başlıyorsun derin ve sonunu göremediğin her hangi bir koridora. yolun sonu uçsuz gözükse de sağında ki ve solunda ki diğer yol ayrımları ve tabelalar seni durduruyor.

basit bir tabela ve sana seçenek sunuyor. devam etmeyip durduğunda hiç bir şey yapmamış oluyorsun. ne kadar yorgun veya kafası dağılmış olmanın hiç bir önemi yok.

durduğum anda, neyin var gibi soruları kabul etmiyorum artık. bir yolculuğa çıktığımda kimlerin takip ettiğine bakmayı bile önemli bulmuyorum. o yanımda kimi buluyorsam devam ediyorum sadece. belki bu yüzden artık bencil olduğumu düşünüyorlar. sebeplerim olabileceği kimsenin aklına bile gelmiyor.

lunaparkları sevmiyor olabilirsiniz, ama sanırım gitmek zorundasınız. lunaparka gidebilecek paranız bile olmayabilir ama lunaparklara gitmek zorundasınız.

bu sadece bir sigara, bir taraflarınıza zarar verirler hani. iki parmağın arasında sadece sigara. bazı geceler daha fazlası. belki sadece bunun için bile kavga ederiz. bu sadece sokaktan aldığım bir sigara. sadece sigara. belki bir gün bunun için bir kaç laf yerim. belki bunun için bile sessizliğe gömülürüm.

hani olur ya bir gün sadece bir sigara dediğim her şey için bir şaplak yerim....................................................................................................................................................................................




gerçek şu ki bazen zamanı ıskalıyoruz
bazen sıkıyoruz avucumuzda
bazen üzgünüz
bazen zamana geç kalıyoruz da
bazen belki de en kötüsü gibi ikimizde sarhoşuz ama farkında bile değiliz.


25 Nisan 2014 Cuma

İstasyon

Karanlık
ve aydınlık
koridorlar.
her an
farklı bir koridoru
andırırdı.

gece olduğunda
karanlık sokaklarda yürürken
soğuk cildini felç etmek için
bir yol arıyordun.

...

istasyondaydım,
kendimi sakınmak için
sigara yakmıştım sadece.

dizlerin zayıf
vücudun titriyor
bakışların sabit
sadece içine
gömülüp beklerken
bakıyordun.

yoğun duygular
taşıyordu
aralıksız esen
rüzgardan.

...

kendini bulmayı deniyorsun
nerede olduğun hakkında hiç bir fikrin yok
hareket edebilmek için çabalıyorsun.
bazen aklında ki bir yoğunluk
tüm çabana çivi çakıp
vücudunu sabitliyor
sanırım öyle anlardandı.

bazen bir işkenceye
muhtaç kalırsın,
olduğun ve olman gereken şey her neyse
ona ulaşmak adına.

bazen bir işkenceye
bağımlı kalırsın,
vücudunun tüm tutukluğunu
kırmak adına.

...

bazen tüm o işkence şekilleri
yolun kesiştiği bir koridorda
bazense son bir istasyon yolculuğu
kadar mesefelerde
tek bir tadımlık
tek bir an bırakır
zayıf ve titreyen
ifadelerine..



22 Nisan 2014 Salı

Ölü Zaman

Anlatmak istediğim
o kadar
şeyin yanında,
anlatıcak tek bir kişi
bulamadığım
zamanlar
oldu.

ve bazen
öyle kalabalıktım ki
nasıl kimseyi bulamadığıma
şaşırır haldeydim.

sarfettiğim kelimeler
yaşadığım zamanı
bir hiç haline
getirmek,

garip bir gayretti.

onlara dur
bile demiyordum artık.

ne içimde şevk
kılıyorlardı,
ne de yaşadığımı
hissettiren bir acı
bahşediyorlardı bana.

kendinizden
koparıp dağıtıyordunuz
zamana.

bir zaman sonra,
kendinizi bile
tanıyamayacaktınız
eğer olmanızı istedikleri
kişi olmayı deneseydiniz.

ya farklı anları yaşıyoruz
ya da birbirimizin anlarını
sadece öldürüyoruz.

düşerken ne kadar
kaldırmak istesem de,
ne kadar olağan hayatımı
yaşayıp
olağan hayatlarını
özgür kılsam da
sonunda
bir tek ben,
her anı düşüren
ve bitiren adam
olarak anılıyorum.

17 Nisan 2014 Perşembe

Yürümek Hiç Bu Kadar Yorucu Olmamıştı

Hayat değişiyor
zaman değişiyor
bitiyor,
bazen zaman
her şeye rağmen
sona eriyor.

ne bir başlangıç
ne de bir bitiş
cümlesi için
vakit var.

kendimi anlatmaya
kalksaydım
her halde hiç bir anlamı kalmazdı.
sanırım çözülmüş bir bulmaca
hiç bir ilgi çekmezdi.

aldırmazlığın sonunda
tamamen bir vakit kaybı yatar.

bazı anlar öldüğünü varsayıyorsun,
nefes aldığının farkına bile varmıyorsun
nefes almanın bir anlamı olabildiğine inanmak dahi zor hani.

her hangi bir yola dahil olmak
bir seçimi zorunlu kılıyor,
o yolu istesen de
yolun da yaptığı seçimler var.
kimseden hayatıma dahil olmasını
yada kalmasını istemedim,
ne gidenler
ne de kalanlar
tamamen yaşayabiliyor.

....

kafamın için de onlarca
müzik çalarken,
yorulmamak mümkün bile değil.

eğer kafanız rahatlığa teslim olamıyorsa
hiç bir şeye koşamıyorsunuz
ve yürümek, hiç bu kadar yorucu olmamıştı.


16 Nisan 2014 Çarşamba

bir şekilde ölecektik


Koltuğun üzerinde üç gün önce öldürülmüş ceset gibi yatar halde buldum kendimi. ceset gibi öylece uzandığını düşün. tüm her şeyi bir kenara bırakıp sadece boşlukta bir ceset düşün. bu kendimi ilk buluşum falan değil. çoğu defa randevulaşır gibi, ölüyümdür sanki. kilometrelerce yol katedebilecek bir düşüncede tek bir adım atmak bile büyük gelir o anlar.

nefesim odanın içinde yankılanıyordu. ve tek çevrem bir iki oda kadardı. yıllar gibi gelirdi geçen bir kaç saniye.. sahte ve yalnız olduğun hissiyatına kapılıyordun.

bazen dokunduğun ve gördüğün tüm her şey hissiz kalıyordu. belki bir kaç yanlışın arasında doğruyu bile göremiyordun, hiç o kadar sarhoş olmamıştım ve hep o kadar sarhoştum aslında.

yanlış olanlar her zaman hayatının odak noktası olup doğrularını bile köreltmeyi başarmışlardı. hep yanlış yoldum, karşımda duran hep yanlış yoldu. ve insan bir zaman diliminde anca bu kadar şanslı görünüp dibi görebilirdi.

zamanı bir araba gibi sürekli sürüyordum. ve bazı anlar hayata dönüş yolu yok gibi gelirdi. hayatın oyununa bak diyip hiç bir zaman elindeki zarların hepsini atamadım. ne dibi görme riskini aldım ne martı olmayı.

bazen kafanla bir anlaşma yapıyordun. kendi inanmak ve yapmak istemediğin şeylere beynini zorbalıyordun ve bir süre sonra ruhuna ait olmayan her şey sanki seninmiş gibi yapabiliyordun. bir insan yalanlarına inanıyordu, ve evet garip ama kendi yalanlarına.

her şeyini kaybetme fikri korkutucu geliyordu. ama ne şimdi ne de sonrasında özgür kılamıyordun bedenini.

yaralar korkularını içerden beslerken görmezden gelirdim. her an bir son sefer gibi gelirdi önceleri, her anın son bir sefer halinin aldığı o anlarda hayat daha yaşanılırdı. şiddetin ve korkunun damarlarını kemirmesinin verdiği tat bir yerden sonra varlığını yokluğa çeviriyordu çünkü onu kaybediyordum. gerçek korku için gerçekten titremelisiniz.

bazı anlar geri dönüşü olmayan bir yoldasın ve sürüyorsun.
hiç bir durak noktası olmadan.
durakları aradığın her noktada
baştan start alıp hiç bir yere varamadığının farkına varıyorsun.

9 Nisan 2014 Çarşamba

Kendi bir dakikanız etrafınızdakilerin bir dakikalarına yaklaştığında -uçuyoz biz-.



Bir kaç gündür 'sessiz sakin' duruyorum öylece. bir şeyleri anlamlandırmayı deniyor, yinede kayboluyordum. bakmak, görmek ve yaşamak istediğiniz hiç bir an aynı anda bulunmuyordu sanki. bir şekilde susturuldum. eminim tanrı bir yerlerden gülümsüyor olmalı bana.

Yapacaklarım ve yapmam gerekenler arasında garip bir döngünün içine hapsoldum. ve an garibi yapmanız gerekenleri bu kadar karışık bir akıl içerisinde bile yapmak zorundasınız. sanki sessizliğe gömülüyorduk diri diri. odamın uzun pencerelerini açıp fransız balkonundan dışarıya bakıyorum uzunca bir süre. sonra sigara da bitiyor, akşam olup hava kararınca içeriye bir soğuk sızıyor biraz kendime geliyorum.

Bazen öyle rüyalar görüyorum ki uyandığımda bir sigara yakmaktan fazlası gelmiyor elimden. bu kadar çok rüya görürken öğlen oluyor daha sabahın farkına bile varamadan. sanırım benim uykuyla bir sorunum yok; uyanmakla bir sorunum var, uyanasım yok.

Bazen her kimseniz, o kişi kimsenin hoşuna gitmiyor. bazen kendimin hoşuna bile gitmiyorum. farklı bir şeyler yapmadım ya da garip sözler vermedim. ama kimse sizi görmek istediğinin dışında olan diğer rüyalarla bir tutamıyor. öyle veya böyle bir süre sonra nefret ettiği veya tiksindiği biri haline geliyorsunuz.

Daha ne kadar böyle devam edebilir derken bir an geliyor hiç tanımadığınız veya tanıdık gelen bir başka ruh halinde uyanıyorsunuz.

Sanırım kendi bir dakikanız etrafınızdakilerin bir dakikalarına yaklaştığında uçuşuyoruz.

Tüm olay bu. 

5 Nisan 2014 Cumartesi

Ayrıca aklınızda bulunsun; '-git- denince kimse küsmez'

Aklına kapılar açıyorlar
yüzlerine bile bakmıyorsun.
yüzlerce kelime saçıp
duyulmayı bekliyorlar
hiç biri aklında kayda geçmiyor.

ne zamandır bu kadar umursamaz oldum,
hatırlamıyorum.

bileklerin kuş kanadı
kırıldı kırılacak.
seni hayatın büyük salonuna alıyorlar,
sigaranı yakmıyorsun.
yakmak için ne tek bir neden
ne de tek bir fırsat görmüyorsun.

bir keresinde eski bir sevgilim,
'sana baktığımda tek gördüğüm bir boşluk' demişti.
ondan sonra bir süre -boşluktaydım-
en azından bunun farkındaydım artık.
ve yine bazen bir boşluk gibi kalıyorum,
hem de hiç yalnız değilken.

baktığın yerler, düşüncelerin
hepsi sessiz siyah.
nereye baksan orası suskun
nereye baksan orası buruk.

kadehlerinde şampuan köpükleri,
kulaklarında şarkıcısı bilinmeyen şarkıların
ritim tıkırtıları.

her yer kadın
başka bir kadın
bir kadın daha
bir şeyler anlat onlara
ama sakın beni anlatma.
ben ritimlere denk
duvarları kazıyorum tırnaklarımla,
huzursuzluğuma kömürler atıyorum.
bunun bir nedeni yok.

nedenin olsun.
ayaklarını ısıtsınlar
mevsim önemli değil,
dudakların kızarsın
cennetçil bir ruh kadehlerine eşlik etsin.

ayrıca aklınızda bulunsun;
'-git- denince kimse küsmez'

4 Nisan 2014 Cuma

Düşmeden önce ki son uyarı yine en fazla -bir şarkının başıyla sonu arasında geçen zaman kadar-







Bazen atışmış ya da sökülmüş bir parça gibi kalıyordum kendimden. nereye ve neye ait olduğum ve nereye gideceğim üzerine bir takım sorular soruyordum kendime. öyle çok içime kapanıyordum ki kendimi ararken. ve bunu yaptığınızda kimsenin sezinlememesi gerekiyordu.

Dönüyorduk dünyanın etrafında, şehirler ve sokak kaldırımlarını adımlıyorduk sıradaki arayışlar ve hayat projelerine dair. kimi zaman sonsuz bir düşüş içindeydik gibi gelirdi, sonsuz bira akan musluklardan sonsuz sarhoşluğa boğuluyordum. bir sonraki adımım yine kendi düşüncelerim arasında kayboluyordu. yaptıklarım yapacaklarımın belirtisi olması gerekirken yine farklı yollar arayışına giriyordum.

Bir şeylere tutunmanız fısıldanmıştı sanki herkese, bir şeye bağlanmak ve sadece ona tutkun olmaksa bana fazlasıyla zor gelirdi. hayatla benim aramda uçsuz bir çekişme içindeyim, kendimi hep böyle görüyordum.

Şimdiye kadar yaşadığımız her ilklerin hayaletleri dolaşıyordu sokaklarda. öpüşmeler, sevişmeler, işler, koşuşturmacalar üzerine bir takım hayaletler. hiç birini unutmuyordun ve yaşadığın her an hiç birini yeteri kadar anımsamıyordun. onlar bilinçaltında ki garip hissiyatlar olarak birikiyorlardı.

Seni kendinden fazla kimse fazla sevmeyecekti, seni gülümseten şeyler diğerlerinin sana imrendiği tarafıydı. bu hep böyleydi. herkes uzun süren yaşam tarzlarına imreniyordu, yeni başlayan herşeye sonsuzluk gözüyle bakıp kopabileceğini düşünmek bile geçmiyordu akıllarından.

İnsan kendine kaldığında geçmişini düşünmek için fırsatlar yakalıyor zaman adına. kendine kaldığında artık yok olmuş o hayatları bir an yanında görüyordun. hepsi bir şarkının başlangıç ve sonu kadar bir zamanda geçip gidiyordu zihninden.

Bazen olaylar damarlarını yarmaya başlıyor. ve hayatta bir adım bile dışarıya atamadığın binlerce adımla tam o anda dışarıya çıkmaya gücün oluyor. garip birer uyarıcı hap gibi etkili.

Ve bazen sertçe düşersin, düşmeden önce ki son uyarı yine en fazla bir şarkının başıyla sonu arasında geçen zaman kadar olur.

İnsaları yeteri kadar bilmek her zaman kolaydır. anlaşılmaz ve bilinmez olan, bizim onlarda gördüklerimizin dışına asla çıkamayacaklarına kendimizi inandırmaktır. sanki bizden ve beraber yaptığımız yaşam biçimlerinden asla sıyrılıp kopmayacakmışız gibi gelir.

ve koparız.

Bazen aramak için çok geçtir gibi gelir. sabahı bekleriz günaydın demek için.
Bazen merhaba demek için çok geçtir gibi gelir. bir sonraki tesadüfü bekleriz tekrar görmek için.
Bazen öpmek ve sevişmek için çok geçtir. ve bir sonraki diye bir şey yoktur.
Bazen her şey için çok geç olduğunda mükemmel bir gün yerine mükemmel gün cenazesi vardır.
Umutlarını astıkları ağaçlar.

Tabi böyle bir ağaç mümkünse.