Sayfalar

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Merhaba

            Uzun zamandır buralara bir şeyler yazmıyorum. heyecanım mı kayboldu yoksa görünmez mi olmak istiyorum emin değilim. eskiden yazarak birilerine etki edebileceğime fazla inanırdım sanırım, bunun gerçekten olduğunu düşünürdüm. şimdilerde sığ hayatıma odaklandığımdan mıdır bilmem gerek görmüyorum. bundandır belki nice günlerdir yazmıyorum.

Stephen King ' in Hayvan Mezarlığı filmini izledim geçenlerde.. ve fantastik gerçek üstü düşüncelerimi daha da perçinlemiş oldum. bu hissiyatı çok seviyorum, gerçek üstü hayalleri ve bu tarz roman ve filmlerin insanın aklında bıraktığı fantastik bilim kurgu hissiyatını seviyorum.

Bir hafta sonra kitabını aldım. aynı çizgide ve heyecanla okuyorum. okurken kendim de böyle bir gerçek üstü hikaye anlatmak istediğime çok inanıyorum. ama ne zaman böyle bir hikaye yazmak istesem daha zaman var çocuk diyorum kendime. şuandan sonra bir zaman varmış gibi sanki.

Kitaba ve filme gelirsek; sevdiğiniz birini geri getirmek veya sevdiğiniz biri için onun çok sevdiği birini diriltme şansınız olsaydı... fakat bunu yaptığınızda canlandırdığın o şey, sadece ölü bir beden kütlesi olsaydı yine de buna değer miydi? teni soğuk, ezik bir et dokusu olan bir beden.

Sonra düşündüm bir insanı neden severiz? ben sevdiğim insanları kokusunu ve kahkahalarını severim ve tabi ki gülüşünü. bu bana da neşe veren tarafıdır o insanlara ait. mutlu ettiğim sürece mutlu olanlardanım. kendime çok bencillik yaparım bu sebeple. kendimi bir türlü mutlu edemem bile bile.

Eğer bir gün kaybettiğim ama canlandırmak istediğim bir beden olsaydı ve bu beden soğuk, dalgın, ve sadece ölü ağırlığında yürüyen bir beden olsaydı buna değmezdi. kitap da bir umut var, canlandırdığım beden onun bedeni diye düşünüyorsun, sevdiğim bir canlının bedeni. ama ruhsuz bir beden. canlandırmadan sonra ruhsuzluğunu seziyor ana karakter. önce kedisini canlandırıyor.. ama onu bir daha sevmiyor.

Tüm bu sevgisizliğe rağmen canlandırma fikrine tekrar kapılıyor. en sevdiğini kızını kaybettiğinde.
tüm o ruhsuzlukları kenara bırakıp kaybettiği kızını canlandırmayı istiyor tekrardan. ölü bir bedenden farksız olacağını bilerek. peki neden? sanırım o anda insan zaten kendini ölmüş hissediyor, kendini de ölüme sürükleme fikrini bilincinin bir kenarına yerleştiriyor.

Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde biz de biraz ölüyoruz.

İnsanı canlı hissettiren ruhudur. bedeni değil
Bir insana sempati duymamızı sağlayan neşesidir.
Bize yaptığı etkiler toplamıdır.
Kahkahalarının kuvvetidir.

Yani yaşamak ölmeye engel değil bana göre. yaşayan ölülerin arasında bunu daha net görebiliyoruz.

Öyle işte.

Kendinize dikkat edin.
Hoşçakalın.