Sayfalar

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Akşam Yağmuru

Eskilerden bir adam, buruşuk ve zayıflamış bedeninin ardından ağzından dökülen bir kaç cümleyi bana savuruyordu o akşam.. vakit baya geç olmuştu. ve serin bir bahar gecesiydi yanlış hatırlamıyorsam.  gece yeli yüzüne çarpıyordu. birşeyler geçiriyordu aklından. kadınlara ve erkeklere ait bir düşünce. kısa ve öz olarak aşk,sevgi ya da buna yakın bişey denebilir.

çok fazla şey üzerine konuştuk. iki eli başının arasında duran yaşlı adam şöyle başladı:

kadınlar..... ve devam etti

kadınlar su gibidir. doğada en açık şekliyle gökten yağan yağmurlardır. ve içlerinde her zaman bir adam için akmaya hazır gözyaşları taşırlar. bazen bu oyuna tanrı da katılır ve yağmurlar yağar genç adam..

bu yağmur, bazen bir taşa ve bazen de toprağa akar. taş veya toprak olmaksa tamamen erkeğe ait birşeydir. su herşeyin kalbine işleyen bir varlık. tamamen kutsal bir şey.

bir kadın o erkeği gerçekten istiyorsa
gerçekten hissediyorsa yağmurlar dolusu erkeğinin
üzerine yağacak.
ona güç vermek için
yaşatmak için
dudaklarındaki
kutsal meyvelerle
erkeğini yüceltmek
ve onu sarmak için
bir sel gibi yağacaktır...

adamın karşısında iki seçenek vardır.
taş mı olmak istiyorum?
toprak mı olmak istiyorum?

taş dediyse bir adam; yağmurlar yağacak, üzerinden muson yağmurlarıda geçse asla çiçek açmayacak..
ve
toprak dediyse bir adam; her bir damlada bir çiçek açacak..

damla damla çiçek açacak kalbinde..
damla damla bir adam ve kadını olacak
yeryüzüne ait birbirinden beslenen bir yağmur ve toprak...





26 Temmuz 2013 Cuma

Kadınlar Ağlıyor

Öyle ki ruh denen şey zifiri karanlık, gecelerle bir.
Tüm renklerine elvada diyor beden.
Çikolatanın bile sonu geliyor hani.
Yetmiyorsa bir kırmızı şarap,
yudum yudum geçiyor zaman.
Ölüme kazık çakıyor her an her saniye, biz gibi.
Çöpe atılmış intihar mektupları tek bir anda buluşuyor
Güzel kadın ağlıyor,
Çirkin bırakılan onuruna.
Bir bedenin zorla sahip oluşu bir bedene.
Derinde bir yere bir çığlık bırakıyor.
Çenesini sağlam bir yere dayıyor
Silahın ucuna, ölümün bi an ötesine salıyor güzelliğini
Zor geliyor kurtarmak, elleri düğümlenmiş bir adam
Pusmuş odanın diğer köşesinde, ağlıyor
Bir adam ağlıyor sadece.. korkak, onursuz..
İnce bir ipte yürüyor hayat,
Kadın ağlıyor, tanrı bile yağmuruna engel olamıyor.
Bir ses, başı düşüyor yere
Bakışları odanın ucundaki adama doğru,
Artık soğuyan bir bedenin, bıraktığı bir adam.
Ağlıyor...
Rüzgar pencereden içeri sızıyor
Kulaklarını tırmalıyor
Kafası patlamış beyninde çığlıklar
Kurtuluş yok
Tutsak kalmış suçunda.
Aklında ölü bir bedenin son nefesi
Bıraktığı bakış.
Silahı ağzına sokuyor
Götüne sokma opsiyonuna sifonu çekiyor.
Götü yemiyor..
Ölene kadar uzun bir zaman yanında durup
Vücudu tüm suyunu kaybedip acısının doruguna ulasana kadar duruyor.
Ölüme çok yakın.
Tik tak zaman geçiyor, bir saatin sesi sürekli beynini kemiriyor yavaştan.
Ruhu kuruyup, dökülüyor.
Ve son
Ölüm..

23 Temmuz 2013 Salı

Kaçık Hayatı

Sabah oluyor
bir gece gündüze karışıyor
yüzünü yıka
saçını düzelt
güzel kokmanı sağlacayacak
kokular sür.
düşüncelisin
kaygılı
çok fazla kaygılısın
kaygı beyaz saç demektir.

dünya için
kendi hayatın ve
ağlayan bir kadın için,
çekip giden kadınlar
sokaktaki çocuklar için
kaygılar yığılmış
dünyanın
gölge yanına.

bir tanrıya inanmak
sonra tanrıdan sana inanmasını
beklemek.
senin için birşeyler
yapabilmesini
dilenmek...

dünya da seni seven
tek bir şey olsaydı
bir kedi
bir çiçek
bir yağmur
onlar da derinlerde kalmıştı
sanki.
bir canlıya sunabileceğin
iyi birşey yoksa
bütün canlılar da
terketmişti seni.

değerli birşeylerin yoksa
tanrı bile değersiz kılıyordu.
akşama doğru
kendine acımaya başlarsın,
arkasını alamadığın bir
hüzün kaplar
bir şarkı çalar plakta
o bile sana sarar.

yaraların seni kitaplara bağladı
basit bir bitkiye
evin arka bahçesine
sokakta gördüğün bir köpeğe bağladı
kendini değersiz hissetmeye
başladığında
ufak bir köpeğe
bir fayda sağlamayı denedin
kendini değerli hissedebilmek için.
inandığın bir tanrı varsa eğer
ona kendini kanıtlamak için.

şehirlerden kaçtın
uzaklara
farklılıklar için
düşüncelerle tanışmak
kendi idealarını yıkabilmek için
uzaklara kaçtın
yollar miller
katettin
ruhunu tazelemek
bir şeyleri unutabilmek adına.

birbirini yok eden
insanlardan kaçmak için
nedenler aradın.
çözümler aramak
tek bir bedene fazla geldi hep.
insanların köklerinden
kopmuş olmalarından
rahatsız oldun
ama elinden
gelenler hep
yetersiz kaldı.

bu durumda
ne önemi var?
sen bir hiçsin,
bir zamanlar biriydik belki.
gaddarlıkların kurbanı insanlar
güneşler altında ölüyorlar
ne önemi var?
senin olan hayatın ne önemi var?
hepimize giden yol
sevgidir
o da bir çıkmazda
asılıdır.

hepimiz aynı yerdeydik
ukraynalı
mısırlı
amerikalı
brazilyalı
kısa bir süre için
vardık.
hepimiz hayatta olmaya
çabalıyor
bunun için
yok ediyorduk.

bu durumda
hayatta olmanın
ne önemi var?

ruhunu yitirmiş
karakterler
dünyaya sahip olsa
ne fayda?

bir suikasçi
bir hizmetkar
ya da bir dilenci
ne olduğunun bir önemi yoktu
kaderlerin ipi
bir atılmıştı.
onların sonu
hepimizin geleceğinin
sonu.
onun benim gibi milyonlar
milyarlarca karınca gibi
ayırt edilemez
milyarlarca insan.

kendi hayatlarımız,
hepimiz aynı yerde
dünyanın çivisini
çıkarıyoruz
kafalarımıza çaka çaka
zorla çıkarıyoruz...

21 Temmuz 2013 Pazar

Sarı Sıcak Gençliğim

yıldızlar mı daha uzak
gençliğim mi
memleket mi daha uzak
özlemine susadığım
memleket insanları mı?

elleri uzak
parmakları uzak yüreğime
uzansam parmak uçlarımla
gençliğimin arka bahçesine
bir vişne ağacına.
bir pencere var
sarı sıcak
menteşeli kolları var kapılarının
dedelerim
babannelerim
gençliğim uzak..

bir çapa tutsam
arka bahçede.
iki ağaç arasında
ipler arasında salıncak
salın salın sallansam
rüzgar esse elma ağaçlarının arasından
yüzüme yüzüme
memleket havası
dalga dalga..

ön kapının
önünde bir asfalt yol
plastik toplar
iki çöp kovası arasında bir kale
memleket insanlarının yüzleri
selamlayan
baş sallamaları..

karşı komşu
huysuz teyze
kırdığımız bahçe fidanları
korkutan
bi o kadar özleten
fırçaları teyzelerin..

geniş koca bir ev
kışları dalga dalga
esen bir rüzgar
yağan
beyaz tohumlar.
soba başında
beş on adam
üstünde kestane çatırtıları
altında pişen yemekler
sobanın yüzünü ısıtan
muhabbeti..

menteşeli kapı ardında
bir çardak
duvarda asılı bir saz
tıngırtatan memleket insanları
sarı sıcak evin çatısı altında
türkü çığlıkları..

bardak bardak çay
kaşıklar dizili sofralar
karşında tanıdık
memleket insanları..

ne geçmişten korkmak ayıp
ne de düşünmek bu ölümü
bir uzak sarı sıcak ev...

şimdi tıklatsam kapıları
yabancı bir yüz çıkar
gençliğim gitmiş
sazlar sözler gitmiş
bırakmışlar gonca memleketi
anılar parça parça sülietlerle
sarsıyor kafamı..
buram buram adımlarım
kokuyor sokaklarında...

bakkalım
komşu teyzelerim
dost dediğinimiz
akraba dediğimiz
memleket insanları
şimdi up uzak sarı sıcak evimden..

efkarlıyım
elimi versem
bedenimi satsam gençliğim uğruna
özlemim bitse
dokunsam vişne ağaçlarına
buram buram anı kokan
gençliğim çatısında
yine buram buram
tanıdık yüz kokusu çeksem içime...

sarı sıcak evin camında
daha kapısı yanında
pencereden selam alsam
gel içeriye
gel diye..

ne ölümden korkmak ayıp
ne düşünmek ölümü
ne memleketi düşünmek ayıp
ne de ağlamak memleketi,
ne anılarla beraber gelen gözyaşları ayıp
ne düşünmek sarı sıcak menteşeli evi...

ayrica yazım ve imla yanlışları için özür dilerim. ikisine de hiçbir zaman ilgi duyamadim...


Açlık hissiyatı

Bir sürü sıfır, hayatlarımız gibi
bir sürü sıfır kadın.
tek başına rakam
olan
ifadesiz sıfırlar,
geçip gitmişler
1'lerin 2'lerin yanlarından.
gerçek yalnızlığa
doğru.

o kadar da anlamsız değiller
her kadın,
ayrı kokar.

koca bir dünya
küçük
bir yaşam alanı
hayatın.
bir küçük kadın
dükkanı gibi
bi çevre.

hayatlarımızın ortasındayız
yolun sağında
solunda
kaldırımlarda
adım adım
her yerde
insanlar
kağıttan adamlar ve kadınlar.

bir kadın,
sonra bir kadın daha
heryerde bi kadın
kendini dağıtabiliceğin kadar çok
kadın.

öp!
öptümüz hayatların
miktarınca
varız
öp.

sağ kolum
ta omuz başına kadar
kadın.

sol kolum
ta omuz başına kadar
gözyaşı.

kadınlar ağlıyor
kadınlar hep ağlıyor
kadınlar katil
kendi hayatlarının katili
olmak istiyorlar
delice sevip
katil olmak istiyorlar
ama olamıyorlar
kadınlar hep ağlıyor.

geride kalanlar,
birinin; onlardan neden uzaklaşmak
isteyebileceğini
bir türlü
anlayamıyorlar..

ah kadınlar...
ah.

ve ağlıyorlar
sonra yargılıyorlar
gözyaşları düşüyor
tanrının yer yüzü şehrine.

sonra geçiyor
kadınlar erkekleri
erkekler kadınlarını
seçiyor yine

bi zaman,
bir erkeğin kolları arasındayken

bir başka erkeği
hayal ediyorlar.

sonra;

bir adam başka bir kadını
hayal ediyor
hayaller hep dalga dalga
sahillere vuruyor kendini.

uçurtmalar misali
uzaklıklar
ulaşılmazlar
yer ayırtıyor
akıllarda...

bakıp dururlar
geçip gidenlere..

gidenlerin üstünde
bir çeşit bakar tozu birikmiş
herkes temizleyemiyecek
kadar meşgul zaten.
ama önemi yok
zaten
herkes
bi o kadar meşgul...










20 Temmuz 2013 Cumartesi

Kaderin Şafağı

Yalnız kalmaktan daha fena
şeyler de mevcuttur
bir ömür geçer
farkına varmak anca bir ömre
vesile olur.

ölüme yakın olmaya
ne kadar yakınsan
o kadar anlarsın kendini.
ve o an geldiğinde
çok geçtir
çok geçten daha kötü
bişey de yoktur.

bazıları hiç delirmez
benimse delirmeden yazmam
söz konusu değil
geceleri.
yürüyorum akşamları
sayfalar dolusu şarkılarda
diğerleri gibi
kağıt kağıt sayfa sayfa
yürüyorum

uyunmaz geceleri
iki üç gün uykusuz kaldığım
anlar yaprak dolması gibi
sarıp sarmalar bedeni.
yatağımın orasında bulurlar beni
üzerime tuz biber ekerler
kızartırlar sonra
öfkelenmişlerim toplanır başıma
uyandığım bir gecede.
sonra kükreyerek kalkarım
atıp tutar
sonra evrene küfrederim
tanrıya söylenirim
biraz biraz.

çok az
çok fazla
ya da çok geç

çok güzel
çok çirkin
çok kusursuz
gözyaşları
kahkaha
kayıtsızlık

sevenler
nefret edenler

dev kazanı
bi dünya.
o dev kazanındaki
yalnızlık;
saatin tik takları arasında
akreple yelkovan arasında
ağır hareketlerini görebilirsiniz.

o denli büyük ki yalnızlık
dev çamaşır makinasında
çoraplarımızın diğer teklerini arıyoruz.

o denli büyük ki dünyada ki yalnızlık
insanlar yorgun
akrep yelkovan arasında
hayatları cezalandırılmış
insanlar bitkin,
bazen sevgiyle
ya da bazende sevgisizlikle
sakatlanmış.

bir oda
pencere
kapılar
duvarlar
can dostu tavan
bir başına acı çeken
dokunulmamış tenler
öpülmemiş
tadılmamış dudaklar
bir başına zamanı sulayan
kağıt adamlar ve kadınlar
bir telefondan yoksun
bekleyen
insanın iç dehşetini unutuyoruz

burun deliklerinden hayaller damlıyor
gözlerde bir buğulu tebessüm
özleme ait

acı ve hiçlik hissiyatı dolu yelkovanlar
selpak selpak
ağlayan kadınlar.

bir köşede bir dilenci
öbür yanda savaş çocuğu
eli yüzü kömürleşmiş
hisleri közlenmiş nefrete dair.

yaşlı bir adam şiir yazmayı dener olmuş
bir gece
ansızın.

bir kadın çığlıklar basıyor
kahkalarına
tik taklar arasında bıraktıklarını
kusuyor
tanrının yer yüzüne.

işsiz
yaşlanmış
yorgun

aşık
kırık kalemler
kağıt adamlar ve kadınlar

pencere açık
kaderin şafağı aydınlanıyor
alamadığın havanın hiddeti
ölü papatyalar misali.

tanrılar böyle işler yaparlar
onlara; neden?
dediğinde
konuşmazlar
kendine bir cevap ararsın
bir sigara ararsın
bir nefes
ve tamam
grimsi dumanlar
tütüyor
odanın penceresinden
dışarı.

yak bi tane daha
geçmeyecek.








19 Temmuz 2013 Cuma

Ne derler bilirsin; kadınlar işte

Tüm o kadınlar
tüm o öpüşmeler
bütün o farklı sevme
konuşma ve gereksinme biçimleri..

Gözleri,
gözleri var hepsinin
öpmek için dudakları
güzel elbiseleri
hırçın makyajları
göz yaşları
ağlamaklı halleri
aradığını bulduğuna inandığında
bakışları var,
eski sevgilileri
eskileri var.

Genelde çok sıcaktır
kadınlar.
seni sen yapan şeylere aşık olurlar
senden birşeyler
çaldıklarını hissettiğinde sıkılırsın
farklı soslarlarla harmanlanmış
bir yemeği çağrıştırırlar bana.

Farklı bir bakış vardır
tam kaşlarının altında
gözlerinde: aldanmışlıklar...
sanki kandırılmışlar
onlar için ne yapabileceğimi
tam olarak bilemem
onlar bilmemi isterler
yalnız olmaktan sıkılırlar
yalnız kalmaktan
yalnız hissetmekten
utanırlar.

Kadınlar
sahip olunmak isterler

İyi bir dinleyici sayılırım
herkes birbirinden farklı
yataklarda yatıp,
tavanları seyrederek
sigara içer
keyiflidir o andan sonra.
aptalca ya da kötü felan davranmadım
kadınlara;
dinledim, tarttım, destek verdim hani
kırmadım kanımca
öğrenciydim
sadece öğrenci.

Biliyorum bakışları etkileyici
hepsinin.
biliyorum birkaçı benden hoşlanıyor
ve birkaçımız herkes birilerinden
hoşlanıyor
ya da utanıyor
bekliyor
neyi beklediğini de bilmiyor hani.
ama benim sevdiklerim
sevdiklerim
o kadar az ki.

Hoşlanmışlıklar sarar her yanı
ondan bol bişey yok
sevmelerse
kuru toprak gibi
çöl gibi
kuruyan ırmaklar sanki
az.

Kimi elleriyle besler beni
kimi dudaklarıyla
kiminin anlatıcak babaları vardır
yada bir kavgası
çocukluğundan
bir lunaparktan bahseder
anlatırlar bana
dinlerim
dinledikçe konuşurum
konuşmamı isterler
ama hiçbiri anlamsız değildir
kimi sevmeyi bilir
kimi sevişmeyi
kimi herşeyi bildiğini sanabilir
hepsinin de sınırları vardır
duracakları bi sınırları
benimde sınırlarımın olduğu gibi
çok çabuk severiz birbirimizi.

Bütün o sevgi sözcükleri
bütün o dudaklar
ayaklar
manzaralar
sarılmalar
gezmeler
halılar
tavanlar

Herkes kucaklar
ve
kucaklanır...


11 Temmuz 2013 Perşembe

Bazen orada kalmak istiyorsunda, sonra yine bi başına kalıyorsun...

Yolun yanlış tarafında bir çift ayak
bir gölge bir silüet sokak lambası altında,
daha fazlası değil bu adam.
halının altına serpiştirilen, itelenen bir toz gibi bir adam işte.

Karanlık ve soğuk sokaklar boyu adımlar
zihnini rahatsız eden işaretlere göz dikerek geçen adımlar.

Yolun sonu gibi bi yerde
eğer bir kadın varsa yine bu kadar arayış içinde
kim duyabilir bu adamın ağlayışını?
adamlar ağlamaz mı yoksa göz yaşı adam gibi akmak mı istemez?
sadece yaşlıca bir ahmak
güçlü alçak, ama bi o kadar alçağını arayan bi adam.

Kim ölmek üzere peki?
bu adamlar mı
yoksa adam gibi hatununu bırakanlar mı?
belki de hatunlardır ölmek üzere olan
en azından içimizde ölen hatunlar
gerçekten ölmeyi hakedenlerdir..
yolun yanlış kenarında durmak burdan başlar işte
adamlığın kıyısından geçmekte
o adamın hatunu olabilmekte yanlış yerde durup durmamaktan geçer.

Bi kadın gelir
omuzuna dayar başını
hayata adamının omuzlarının üstünden bakar bir de
sigarasını bir de öyle içer
rakısını bir de öyle vurur
buzunuda dudaklarına katar
şarabını da bakışlarında içer,
adam da kadın da o zaman sarhoş olurlar..

Ölüm yavaştır aşkın karşısında
her an ölümdür zaten
daha ciddi bişey de yoktur hani bakışlar arasında
bir dudak payı kadar mesafelerde
soluk soluğa karışmak ölüm kadar yakındır
tehlikelidir, sevişmekse bi o kadar heyecanlı...

Bir kadın ve adam üzerine bir hayat
ve başka kadınlar başka erkekler
öyküsü olmayanlar bufala çayırındaki rüzgara benzer
bi boka yaramazlar geceleri gibi gündüzleride.

Güneş bizim gibilere haram usta
arayıp duranlara haram.
sonuçta;
bazen büyüyorsun...
bazen büyüdüğünü zannediyorsun...
bazen bir şarkıyla geçmişe dönüyorsun...
bazen orada kalmak istiyorsunda  sonra yine bi başına kalıyorsun...


9 Temmuz 2013 Salı

Ancak gecenin adamları bilebilir bazı şeyleri




Küçük küçük bahçeler yapmış 
ufacık elleriyle, dokunup sardığı parmak uçlarından.
etrafı çitlerle çevrilmiş ufak bir kapısı var,
menteşelerle tutturulmuş, biraz paslı.
sadece ikimizin uyanık kaldığı bir zamanda 
tam da o zaman da kapısı aralanmış
apansız uyanışlar için.
o gece asla gelmeyecektir aslında
aklını kurcalayanda bida gelmeyecek olmasıdır
bişey biter ve gider 
bir mevsim geçer ve gider 
uçak kalkar ve gider bu kadar
basit olması da zor olandır.  




Sonra çok fazla gece bir zaman da çokça da saatler geçe bir zamanda; gri, çok giri çamurlu ve lodosun lanetine yakalanmış geceler sanki bir İstanbul gecesi gibi bir an yaşatır , ve bunu ancak gecenin adamları bilebileceği bir kaybetmişlik hissiyatı tattırabilir. bu insanlar yaşarken öldüklerini bilirler peki neden ağlamazlar kendi ölümlerine? neden salıp bıraktığı iplerde ki kendi basitliğini sorgulamazlardı? neden korkaklar gibi kaçarlar neden konuşmazlardı ki; sessiz sedasız bir köşede fısıltılarla konuştuklarını.. 
neden kaçarlardı. açıkçası bende bilmiyorum... ama sanırım sarhoş olmadıklarından kaçıyorlardı.  
insanlar pek fazla konuşmazlar. öyle açık seçik kelimeler seçemezler. en çok da konuşmak istedikleri zamanlarda bunu yaparlar.  herkes bilir ki yeryüzünde başlanan tüm yolculuklar, yalnızca başlangıç noktasına yaklaşmaya yarar, anlıcağınız dilden söylemek gerekirse ölüme yaklaşırsınız. ölümün olduğu yerde çaresiz ve suskun kalmak, zayıflık en affedilmez gerçektir kendi adlarımıza. hiç bir netice için savaşmamış oluruz.
Kaan ve Mete' nin de dediği gibi '' asıl kaybedenler kazanamayanlar değildir, asıl kaybedenler kaybetmekten o kadar korkarlar ki hiç denemezler bile. peki neyi kazanmak ve neyi kaybetmek istiyorsun galiba asıl soru bu... ve kimse de bir diğerine kızamaz, neden hüzünlendin diyemez yani ya.  en basitinden diyorum hani. bana bir adam göster, kafası karışmamış sana bir öpücük vereyim dudaklarından yada ne istersen işte. 
Dicem o ki; sen kazanmak mı istiyorsun yoksa zaten ne istediğini bilmeden bir kaza kurşunu gibi koskoca hayatta ordan oraya sekmek mi ? 




8 Temmuz 2013 Pazartesi

-Geç kalmışlıklar hissiyatı-

Bir zaman önce İstanbulda dolandığım anlar gerçekten yaşadığımın tek kanıtı gibiydi. kentin gölgesinden sıyrılıp kendimi içine çektiğim sokaklar.. rüyaları bile etkileyecek kadar enteresan şarkılar fısıldıyordu. öyle anları pek fazla yaşamazsın. tadında mı kaldı bilmiyorum.

Bir tramva gibiydi kafam
tramvaylar geçiyordu içinden
taş sütunlar haykırıyordu dört bir çevreden
uçuşurken İstanbul'un göğünde,
bir dengesiz dalga gibi
sahillere çarpıyordu bedenim.
beni çeken, ciğerlerine çözen martılar pilot oldu.
insan böyle bişeyi her zaman yaşamaz.

Başlayan herşeyin bitmeye başladığı bir dünya
borsada para batırmış
sevgilisince terkedilmiş
kalemtraşlarını kaybetmiş insanların dünyası.
deli dolu hayatlarla sokaklar
insana nefes aldıran caddeler
yaşadığını hissettiğin kısa kesitler.
hayat üzerine
kadınlar üzerine
kaybetmek üzerine sohbetler sarmış havayı.
yada duvara bir yazı bırakmış bir adam.
bir kalem bir düşünce..

Bir ömür pusuya yatanlar
ve köşede iyice sıyırmış güzel arkadaşlar..

Bilir misin denizlerin boyu olmaz,
derinliği olur.
boy vermek gerekir o derinliği ölçmek için.
nasıl verileceğini karıştırmamak gerekir
o zaman rüzgara karşı işersin ki,
kendi sidiğinde abdest almış olursun.

Kent gittikçe büyür
masallar, kadınlar, sevişmeler, köfteler, acılar...
betlik yaratma sakin ol diyorsun -yalnızlığına-
bir kitap cenabet oluyor gittiği düşüncelerde,
verdiği akıllarda öyle derin buhramlar...

Gecenin sonu ve son bir parça açıyorsun
tüm anlamların yırtıldığı bir zaman geliyor.
bir dostla ölülerle ağlamak için bir köşeye içmeye gidiyoruz.
kısık bir ışık altında beklerken
sevdiğimiz bir ölü geliyor bu şehri ve düşünceleri anlamlı kılan,
''sizi bekliyorduk'' diyor canlı bir sesle.
götüm titriyor, hormonlarım kuduruyor.
sonra tüm ölülerle oturup sessizce ağlıyoruz
yağmur yağıyor.
Tanrı sesimizi duymuş olmalı bize eşlik ediyor
bi ara gözüm takılıyor ağlayan ölü bir kadına
''geç kalmışım'' diye geçiyor aklımdan
geç kalmışım.

Geç kalmadığımız bir hayata kadeh kaldırıyorum elimdeki kola bardağıyla.....

7 Temmuz 2013 Pazar

Eski bir rock n roll şarkısının da dediği gibi hiçbir şey değişmez ama hiçbir şeyde bir zamanlar olduğu gibi kalmaz...

Arada bir görünüp sonra ortadan kaybolan hayaller gibi adamlar, kadınlar, şehirler, hayatlar, nefesler vardır. herşeyin bir şarkısının olduğu gibi günün sonunda gecenin de bir kapanış şarkısı vardır hani. her bir soluğun her bir anın bir şarkısı olduğu gibi. ve farkındaysan hayat hala berbat. güzel şeyler oluyor bi lafım yok ama ölümün olduğu bu yerde ciddiye alınası şeyler harbiden ciddiye alınası değiller. sıradanlar diğerleri gibi, yeni alınan bir ayakkabı yada bi koltuk takımı ne kadar mutlu ederse o kadar yani. 

Eski bir rock n roll şarkısının da dediği gibi hiçbir şey değişmez ama hiçbir şeyde bir zamanlar olduğu gibi kalmaz. belki değişim bu kez bizim için gelir. belki gerçekten bu yaşamda değişik bir şeyler yaşamayı istediğimiz için gelir. felakette olsa değişik bişeyler gelir hani. gelsin. gelirde ve her zaman ki gibi güle oynaya veya ağlaya zırlaya gezerken ölürüz o an. ölmek isteriz. 

Çıkış kapısı kalmamış insanlar serpiştirilmiş bulutlardan, 
yağmurlar yaratmışlar gökyüzünde 
sertçe yere vura vura yağmış
dolup birikmişler tane tane hisler..
eski bir masaldaki mutlu bir son rasgelmemiş hiç
sadece masallarda takılı kalmış
ölmek istemişler onu bile becerememişler.. 
tanrı da gözyaşlarını katsa ya bu ihtişama..

Hayat bir tatmin yarışı
yeni ufuklara doğru atılma istekleri, 
yaprak sarması gibi sarıp sarmalamış bedenlerini.

Bazen,
çıkış kapısı kalmamış insanlar sıra sıradırlar
tane tane bir lokmalık çaresizlik hali.
zevk alabilecekleri
tatmin olabilecekleri
bir vücut bir işaret ararlar.

Ve Tanrı gülümser; eski bir rock n roll şarkısının da dediği gibi hiçbir şey değişmez ama hiçbir şeyde bir zamanlar olduğu gibi kalmaz...

Ya öl. 
ya tanrıya gülümse
ya ölümü bekle.





6 Temmuz 2013 Cumartesi

Ben, kaybettiklerimi anlatmaya başladıktan sonra kazanmaya başlamış olan bir düdük makarnasıyım

Sürünürken hayatın gölgesinde, belki de dibinde
bir yudum şarap oldum.
uçuşurken İstanbul'un göğünde, bir dengesiz dalga gibi
sahillere çarpıyordu bedenim.
buram buram deniz kokuyordu üstüm başım
beni çeken, ciğerlerinde çözen martılar pilot oldu..
hayatı, kadınları, ağlayanları, sitemkarları, fahişeleri
kısacası sokakların anlamaya çalışan,
anlamaya çalıştıkça yazan
düzensiz yönetensiz bir aklım var. 
bir kadından bunu paylasmasını nasıl beklersin?

Pek çok gerekli şeyin yanında çok da gereksiz muhabbetler,
biletleri en önden almışlar bu gece, aklımdalar.
geçenlerden kalma bir yudum şarap 
''üç beş arkadaş bir araya gelir rahatlarız'' lar için saklanmış
koymuşum kenara. görünce -gidenler- geldi aklıma
geldikleri gibi gittiler, diğerleri gibi
sanki şimdi şu kapıdan...


Lodosun ardından gelen bir yağmur var bu gece
kendimi dışarı atamamışım, tek beni atmak sıkıcı olurdu zaten.
bir çoğunluk gibi, abi çok yalnızım kelimeleriyle dolu kafalar
kağıt adamlar, orda burda yazılar yazmışlar 
kalkıp bir sigara yakmak akıllarına bile gelmemiş.
öyle yalnızlarmış, öylesine kapanmışlar 
lambalar firar etmiş, kör kütük karanlık; yalnızlık...

Acıyı bir şekilde çekenlerin kendini dahil ettiği bir yer var mı sevgili okuyan? zamanı geldi evlen, yok çocuk doğur yok iş, yok okul, yok işe sıç ye seviş seks yap ve bedeller öde ve herkes ölmeye başlasın an ve an. sonra gitmeye başlasınlar tek tek. peki sen hep istediğin gibi yaşayabildin mi sevgili okuyan? yoksa sende göze alamadın mı? pek çok şey gibi diğer şeyleride..

Acayip ruh hali diye bişey var. hani ben böyle oluyorum bazen. böyle böyle oluyorum. sonra şöyle şöyle. acayip oluyorum. sen hiç acayip oldun mu sevgili okuyan? ölümün olduğu yerde acayip olmamak da bi acayiplik zaten..

Beni ciddiye felan almayın, ben tashak biriyim. beni okumayın yazılarımı okumayın. okumayın ki ben yazayım. ben kaybediyorum aklımı bazen, siz buluyorsunuz. ben bi yalnızlık buluyorum siz onu kaybediyorsunuz. noluyoruz sayın okuyan? utanmıyor muyuz..

Size bir sır verim; ben kaybettiklerimi anlatmaya başladıktan sonra kazanmaya başlamış olan bir düdük makarnasıyım. bazı şarkıların hep aynı yere dokunması prensibi gereği bende karın doyuran bir düdük makarnası. kimine yarar kimine zarar..

Ne kadar gereksiz bi gece
sanki gereksiz olmayan bi gece varmış gibi; ölümün olduğu bu yerde.
gerek hayat, gerekse kaybetmek üzerine konuşmalarla 
eh peh katkılar yaptık hiç olmayan okuyuculara.
cok yalnizdim tabi.
yazarken yalnızdım yoksa değil miydim?
ben vardim, 
kanepe vardi, 
televizyonda bi film vardi, 
radyoda bi şarkı, 
battaniye vardi
üstümde, battaniye vardı...

                  ....sonra; çok sigara içiyorsun dedi tavan
                  rengine baktım
                  öyle güzeldi ki!
                  bi sigara daha yaktım..
                  o kadar yalnızdım
                  yazarken.







2 Temmuz 2013 Salı

Sanki anadan doğma, çıplak..

Bok var -içiyonuz- şaka şaka

Şimdi size birşeyler anlatmak istiyordum.
yazarken biraz hikayeleştirmek öylesine farklı bir senfoni kullanmak.
sonra herkesin bunu okuyacağını düşündüm.
ve kimse okumayacaktı aslında. yazamadım.
hepinizin bilmesine gerek yoktu.
ve kafamda öyle büyük bir ağırlık varki hiç bir kelime öyle kolay seçilmiyordu
kullandığım kelimeler utanıyordu
oysa çok piçimdir.
değersiz hissettiriyorum kelimelere kendilerini,
ve sonra yazmak için sürekli duraksıyorum.
durak durak uğrayan bir otobüs gibi
hiç bir yolcuyu almadan çekip gidiyorum.
bu gece yaptığım bu.

sayfalar yaprak yaprak kopuyor
yazılanlar tükenmez değilde kurşun kalemlerle yazılmış gibi
siliniyorlar.
dudaklarım soluyor
yüzüm düşüncelerim
hikayelerim parçalanıyor.
neyin ortasındayım ve kendimi nereye çektiğimi bile kestiremiyorum.

bir insan bazı şeyleri kendine bile itiraf edemeyince herşey çok daha zor oluyor.
sanki bir seri katilmişçesine bir hava var
o kadar sakinim ki.
tek tek cinayetler işleyip
sonra şu şayfalara soğuk bir yaza yazamamaktan şikayetçiyim.
bolca düş dolu, aralara korku hikayeleri gibi düşünceler
bolca ölü beden
cinayetler serpiştirmek fena olmazdı.
sonraları bir bok olmuyor
kafamda bir ses dur diye haykırıyor
yazamassın.
olur paşam!
diyorum.

başımın ağrısı geçerse bir gün
farklı bir yolculuk bekler bizi
ve bu herşeyden çok uzakta olucak
herkesten çok uzakta..

böyle bir zaman dilimi varsa eğer
gelecekte bir yerde şimdiden yer ayırtmak isterdim.
herşeyin sıfır olduğu
sanki anadan doğma, çıplak...
öylesine çıplak
ve sevişken bir yazı..

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Son hamle yine sana kalmayacak -tanrı yine ortaya cıkacak-

En soğuk öpücükle inanç var olmayı kesmezse eğer; süregidebilen bir zamanda kayboluruz. kelimeleri öylece boşaltıyoruz zihinden, bir gemide uzun bir yolculuğa çıkartıyoruz bazenleri.. öyle kelimeler öyle anlara mal oluyor ki anlatılmazlar. bazı kelimelerle öyle boşa kürek çekiyoruz ki sonrasında sadece uzun bir gece var..

Bir masal anlatır mısın? geceler çok yıpratıcı. gündüzlerse bir tiyatro.

Sanki bir intikam vakti var hayatla onun arasında.
aralara bazı hikayeler serpistirilmiş.
hepsine bir kin duyuyor.
ama hiçbirini açığa vurmuyor,
gözlerimi bile kırpmıyor yakalanmamak adına...

Anlık duruşları var. anlık kayıpları.
bir kumsal boyunca gelen dalgalar gibi,
dalga dalga gelen hataları, bırakışları var.
her an için tek bir kurşunu var kafasına sıkası geliyor..
delik deşik olan bir kafa olsun istiyor,
tanınmaz hale gelsin ki,
o anların içindeki herkes de onu unutamasın.

Bu dünyada rahat bulamıyor.
geride bıraktığım her anın ardından gelmeyen bir huzur.
bazı şeylere göz yumuyor,
bedenler mutlu hissetsin diye..
sonra kendini kemirmeye başlıyor zihni.

Bir fahişe gibi ayrıcalıklar dolu bir hayat
savunmasız ve bilgelik dolu bir vücut.
kafasında ne hikayeler vardır
yaşadığı hikayeler
dinlemek isterdim diyor.
Zihinlerden sızan düşünceler,
kapı altından girip evi basan sular gibi fikirleri olsun isterdi.
kutsal sevgilileri.

Aynaya her baktığında,
yüzündeki her iz biraz daha belirgin hale geliyor
zaman geçiyor...
şafak vaktindeki toz gibi gelip geçiyor
bu doğru yol değil mi acaba..

Herkesin bu hayata ödemesi gereken bir borcu var gibi
nereden geliyoruz ve nereye gidiyoruz
nelerle beraber ilerliyoruz
bu herkesin günahı gibi..
sanki nasıl kazanacağını bilmeyi kaybetmek gibi.

Hayatın yarısını kitapların yazılı sayfalarında görür,
diğer kalanları aptallardan, delilerden ve bilgelerden öğrenirsin.
ardından gelen herşey
kahkahalar ve gözyaşları..

ve sen daha kitabın sayfalarını çevirirken,
birden belki tanrı seni alacak
hamleler yine sana kalmayacak
yapamadıklarınla dolu, hatalarla dolu sayfalar
son diye yazacak...