Sayfalar

19 Mart 2013 Salı

Bu senin hayatın, anbean sona erip gitmekte.




Ne kadar tam ne kadar yarım bilmiyorum. ama hayatının başladığı o küçük yaşta, ilk olarak emekleyerek başladık. kim diyordu milyonlarca adım saniyeler içinde atılmış kadar çabuk geçecek. ilk adımım sanki şuan attığım adımlar gibi, her şey bir anda geçti sanki.

Sonsuz düşüncelerin beraberinde yaşamını sorguladığın, emeklemekten bir haber vaziyette,  zor adımlar atacağın bir çok an gelip geçecek. yakalamak istediğin bir çok fırsatı tutamayacaksın. hayatın karmaşık labirentinde kolay yakalanan hiçbir şey yok gibi. ufak bedenlerde henüz göremediğimiz tonlarca zorluk geleceğe demir atmış bizi beklediler sanki. bazen lanet edercesine bir şeylerin kolayca gerçekleşmesini bekliyorsun, çok az an kolayca yakalanıyor. gerisi emeklemekten, yürümekten, koşmaktan da öte derin bir çaba gerektiriyor.




O kadar bitkin hissediyorsun ki bazı anlar. o kadar yorulmuş. anlatamıyorum ama her şeyin mükemmele yakın geçtiği bir günün sonunda, tam da geceye doğru yine düşünmemem gereken bir çok şeyi belki gereksiz ama alıkoyamadan düşünüyorum. neyim ben? kimim? neden varım? ne yapacağım? kimlere nasıl etki edeceğim? neye ulaşacağım? tüm bu adımlar da ne? ne için? ....



Bu karedeki bir çocuk olmak kadar rahat olsaydı her şey. yatağa yatıp günü unutmak. ertesi gün kolayca uyanabilmek yeniden...


İnsana adam gibi düşünme fırsatı sunan en büyük şey bir odada, bir kaldırımda yalnız başına hareket ettiği anlar oluyor sanırım.  her şeyin  ucundan hep tutmak gibi bir merakım var, herşeyi denemek; en azından yaşabildiğim, görebildiğim kadar çok şeye dokunabilmek... sanki her şeyi başarmak istemek gibi. ne kadar da boş bir çaba diyorum kendime bazen, tek bir kez geldiğin bu dünyada her şey için tek bir şansım olduğu geliyor aklıma.

Bizler çoğu kez eşsiz olduğumuza inanarak hayata devam ederiz. ama eşsiz değiliz. ne bir eşya ne de bir pislik de değiliz. biz sadece biziz, çoğu insan diğerleri gibi okur, çalışır, yer, sıçar ve ölür. diğerleri gibi. peki sen? sende mi?  kafamda ki en büyük sorulardan biri farklı olmak, hayatı bambaşka bir boyutta yaşamak için ne yapıyorum? nelere etki edebiliyorum? ne kadar fark yaratabilirim? ne kadar insana etki edebilirim? bir çok derin soru...


Derin bir konuşmada aptal biri gibi susarım bazen, tek bir adam gibi cevapla tüm sorunları ortadan kaldırıp, gereksiz yüzlerce konuşmayı ortadan kaldırmak adına. hayatta ki amaç da bu gibi. tek ve sağlam atışlarla oyundaki en yüksek skoru yapmak. iyi fikir di mi? biliyorum.

Kafamı binlerce fikir ve düşüncenin arasına sokup her şeyden bir şeyler almaya çalıştım. sonrasında yine kendimle çelişkiye düştüm. Eee dedim, napıcam abi? ben neye etki edicem. insan elinde harbiden de sağlam bir şeyler görmek istiyor. gurur duyabileceği büyük bir şeyler. bu belki ilerde bir roman yazmak olabilir. peki ya şimdi?

Aylarca sabahlamadan uyuduğumu hatırlamıyorum. bütün geceler de kafam darmadağınık. sonsuz bir uykuda mıyım? hiç uyudum mu? uykusuzluk budur işte. verdiğin her solukta biraz daha gevşemeyi denersin ama kafanın içi güm güm atmakta düşünceler kusursuz bir fırtına da savrulmaktadır sanki.

Bu kadar kalabalık bir düşünce fırtınasından kurtulabilmek ölüm döşeğinde sigarayı bırakmaktan farksız.


Hiçbir şey durağan değil, her şey eskiyip dağılıyor. sahip olabileceğin tüm fırsatlar çabucak geçip gidiyor. bazen öyle hızlı geçiyor ki içinde olmak istemediğim bir yaşamın ortasında kalıyorsun. öyle ki bu yolda yolun tam ortasında bekleyip, bir arabanın sana koymasını beklercesine aptallıklarını sürdürüyorsun. kafan karışmış, düşüncelerin sahipsiz, bedenin yeterince özgür değilmişçesine sana eziyet ediyor.

Bazen bir şeyler yapar ve belanızı bulursunuz bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı buldurur. ne kadar gariptir. sonra yine denersiniz. bazen belalar çıkmazında mal gibi kalırsınız. bazen tekrar bir umut görür. bazen sadece inanmak istediğiniz gerçeklere inanma yolunu seçersiniz.

Hayatta neye inanmak istiyorsan ona inan. ister puta tap, ister bir kase çorbaya. demek istediğim sana ne mutluluk ne özgürlük veriyorsa ona kaçır bedenini, hapset gerekiyorsa. içinden geçen her sese bir kulak kabart. yoksa en sonunda başkalarının hayalleri için yaşayan iskelet parçaları olup çıkarsın. bu da bok çukurunda sıkışıp kafana bir tane sıkmaktan farksızdır.

Sonuç olarak bu senin hayatın anbean sona erip gitmekte. ‘‘Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miydim?’’ diye sormayı kes.

Yoksa hayat öyle bir unutur ki senin bu gezegende -yaşadığını- , içinde kaybolursun; sessiz, karanlık ve kusursuz boşlukta…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder