Ne zaman yaşadığını hissetsen, hani bir şeyler sana göz kırpsa, biraz başını yaslayıp kendini rahat ve huzurlu hissetsen bir patlama oluyor. Bam bam bam bam; kapını çalan bir insan daha hatır sorar mı, yoksa yine bir rica mı; sonra ne arar ne sorar mı, bilmiyorum. Peki ya sonra gelir de seni hatırlar mı; sen gidiyorum derken koşup gelir mi, yardım eder mi, seni merak eder mi? Mutlu bir gününü hatırlar mı; ne kadar umurumda bilmiyorum. Kayıtsızlık be canım, güç şey. Kayıtsızlık bir zayıflık, insan bu kadar da kayıtsız kalamaz, dimi kalamaz; yoksa yanlış mı biliyoruz.
Adımlar yavaş atılmalı, koşarken tökezleyenler biziz, dikkatli olamayan o çocuk da. Sonra yara bere içinde kalan ruhlar bizim oluyor. Sarsılan ruhlar; karşılarında ki acımasız bedenlerle hayata devam. Ama acımasız değil, o yüzden ben onlara düşüncesiz bedenler diyorum. Düşünen o düşüncesiz bedenler, düşünen çıkarcı bedenler, düşünen bencil bedenler. Birbirinin kuyruğuna basıp sonrada birbirlerinin yüzlerine bir şey yokmuş gibi davranan, adamına göre tabirine uyan insanlar. Çıkarlarını koruduğun sürece bir şeyleri görmezden gelebilecek zayıf ruhlar. Oysa tokat gibi söylemek gerek bildiklerini de , değmiyor ki onlar birbirinin yüzlerine yine de bakarlar; çıkarlar işliyor.
İşine geldiği gibi devam; yüzleşmek zaten en zor kavgamız bizim. Öyle değil mi yüzleşmek, bedenlerin bir araya gelip, ruhun kendini salı verdiği tek dürüst ortam; cesaretsiz bedenlerin saklanışının ortaya çıkarılışı. Konuş sadece; ama düşüncesiz o bedenler ne yapılan iyilikleri, ne de olup biteni o bedene soracak kadar cesaretliler; başka ağızlardan dinlemeyi severler, işlerine gelir. Şu hayatta gerçek dost dediğin beş parmağı geçmiyormuş, arkadaşın çok olur ama dost dediğinde zor be canım. Güvenilen ruh ölmüş; karanlıkta sıkışıp öylece kalmış, kaçamıyor. Ne demiş George Bernard: ''İşleyebileceğiniz en büyük günah, başkasından nefret etmek değil, ona kayıtsız kalmaktır. İnsanlık dışı olmanın özü nefret değil kayıtsızlıktır.''
.....Ve şimdi kayıtsız kalan bedenler hala orada, düşüncesiz bedenler orada. Tek suçu kimseye kayıtsız kalmamak olan bir bedene karşılık, kayıtsız ruhlar. Sorsan ne derdin söyle söyle hadi yüzleş desen, savunacak bir tarafını da bulamaz ya işte, bunu kendine anlatamaz ki; bir şey yok be canım, sen konuş ben dinlemeyide bilirim, olup biteni açıklayacak kadar konuşmayıda.
Dedim ya kayıtsızlık işte, insana neler yaptırıyor. Neler unutuluyor, zaman da akıyor gerçeğe ve doğruya gittiğim, kayıtsız kalmadığım sürece doğru olana devam ederim. Gerçek olanla devam, kayıtsız kalamayanlarla. Öyle ya arkadaşlık hep kendisini arayan bir serüven...
Ama ne garip biliyor musunuz; onlar sizden hep kayıtsız kalmamanızı beklerler, öyle de yaparsınız. Peki ya şimdi sıra kimde; unut be çocuk, kayıtsız kalmadan bir işe el atmak öyle her bedenin düşüneceği türden iş değil. Bazı bedenler sadece sizden istediğinizi alırlar, sonra düşmedikçe bir çukura yüzünüze bakmazlar. Kimin umurunda siktir et be canım.
Platon'un da dediği gibi '' İnsanlar birbirlerine zarar verdiklerinde insana özgü yanlarını yer yer kaybederler.'' Hemde her şeye kayıtsız kalıp, saklanarak ve kaçarak sürdürdükleri hayatta mutluluk oyunun oynayarak devam ederler. Ama bilmezler işte insana özgü yanlarını da böylece kaybederler...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil